1978’e kadar partileşmeye, örgütleşmeye gidildi. 1979’da politik mücadelede ciddi adımlar atıldı. Silahlı mücadele belli düzeyde uygulamaya geçirildi. Tüm bu gelişmelerle birlikte kontrol olayını da ele alırsak devlet PKK’yi çok yakından izlemektedir. Parti Önderliği’nin soruna yaklaşımı da devletin geliştirdiği oyunları atlatmaktır. Bu bir ölçüde örgütün yaşatılması veya bir hareketin devam ettirilmesi sorunu olarak gündeme gelmektedir. Devletin böyle bir tuzağını görmek ve boşa çıkarmak basit bir olay olarak düşünülemez. Tarihte bazı önderliklerin imha edilmesi söz konusu hareketlere çok büyük zararlar vermiş, onları işlemez duruma getirmiştir. Parti Önderliği’nin de başına böyle bir olayın gelmesi durumunda diğer arkadaşların böyle bir çıkışı sürdürmeleri zor olacaktı.
Parti Önderliği’nin ortaya çıkışını ve PKK’nin gelişimini anlamaya çalışırken, işin bu yanını görmek gerekiyor. Yaşayan arkadaşlar bilirler; bir tuzağa düştükten sonra PKK’yi kaldırmak kolay olmaz. Çokça söylenir: Halklar kendi liderlerini yaratabilirler. Bu doğrudur ama kendi liderlerini yaratırlarken çok büyük zaman da kaybediyorlar. Yani onu yaratana kadar bir dizi zorlu olay yaşanır. En açık örneği Mahir Çayan ve diğerlerinin yitirilmesi, Türkiye devrim hareketini çok büyük ölçüde etkilemiştir. Parti Önderliği’nin o zamanki yaklaşım tarzına baktığımızda, devlet oyuna getirmek isterken, Parti Önderliği devleti oyuna getiriyor. Parti Önderliği’nin o zamanki öngörülü yaklaşımı ve tedbiri bugün Kürdistan devriminin yaşamasında veya bu düzeye gelmesinde temel rolü oynamıştır.
Parti Önderliği’nin 1979 çıkışı var. Önderliğin deyimiyle bunu “Hicret” olayına benzetebiliriz. Bu hicret olayı çeşitli devrimlerde de görülebiliyor. İslamiyet’te, Hz. Muhammed’in zayıf olduğu dönemde İslamiyet’in ideolojik düzeyden politikaya ciddi bir giriş yapmaması sonucu Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göç etmesi söz konusudur. Mekke’de durması, onun imha olmasına yol açacaktı. Hatta Mekke’den Medine’ye göç ederken kendi yatağına da Hz Ali’yi bırakır. Bu yönlü tedbirler alma gereğini de duyuyor. Yine Musa peygamber için de aynı şey söylenebilir. Firavunla savaşırken Mısır’dan göç etmesi söz konusudur. Yani kendi önderliklerini yaşatabilmeleri bu olaylarla bağlantılıdır. Böyle bir durum Lenin’de de görülür. Rusya’da gericilik dönemi hakim olduğunda Lenin yurt dışına çıkar. Bir önderlik ülke içinde de ülke dışında da olabilir, o önderliği korumak, o devrimlerin yaşatılması anlamına gelir. Kaldı ki bu devrimlerin sürdürülmesi gerekiyorsa, bu önderliklere çok ciddi önem verilir. Zaten böylesi önderlikler her zaman ortaya çıkmaz. Halklar açısından her zaman böylesi önderlikleri yakalamak mümkün olmaz. PKK açısından ele alınırsa, Parti Önderliği’nin yurt dışına çıkması anlamlıdır. Bu çıkışın anlamı Kürdistan devriminin bugüne getirilmesinde ifadesini bulur.
Biz genel olarak 1980’e kadar durumu böyle ele aldık. Bu bölümde işin ideolojik önderlik konusunu ele aldık. Bu temelde Parti Önderliği’nin ortaya çıkışını anlattık.
Stratejik önderlik
Stratejik önderlik, halkımızın temel gelişim doğrultusunu ve bu doğrultuda ilerlerken dayanılacak kuvvetleri tespit etmek ve harekete geçirmek demektir. Amacı belirlemek, bu amacın hangi kuvvetlere dayanarak geliştirilebileceğini tespit etmek stratejik önderlik sorunudur. Tabii aynı zamanda bu, ideolojik ve siyasi çizginin ortaya konulması anlamını taşıyor. Doğrultu olarak da, çizgi olarak da bundan söz edilmektedir. Genel olarak stratejiden söz ederken, bir önderliğin stratejik önderlik durumuna gelmesinden bahsedilmektedir. PKK’de genellikle stratejik önderlik ve bunun yanında taktik önderlik tanımlaması kullanılmaktadır. Daha önce Parti Önderliği’nin çıkışını dikkate aldığımızda, bir önderliğin kendini ideolojik önderlik olarak sınırlandıramayacağını görüyoruz. Ayrıca ideolojik olarak sınırlandırmasının da ciddi bir tehlike olduğunu vurgulamıştık. Bu açıdan mutlaka politika alanına da el atılması gerekiyor. İdeolojik önderlikle çıkış yapılırken bile bunun politika boyutuyla tamamlanması zorunludur. Politika boyutuyla tamamlandığı oranda gerçek anlamda bir önderlik vasfına ulaşılabilir. Ancak bu temelde kendi önderliğini hem partiye, hem kitleye, hem de topluma veya dünyaya kabul ettirebilmenin yollarını açabilir. Bu konuda Parti Önderliği’nin şöyle bir belirlemesi var: “Biz 1980’e kadar parti olarak ideolojik savaşımı kazandık.” Bu Parti Önderliği’nin ideolojik önderlik olarak kendini kazandırması anlamına gelmektedir. Bu anlamda parti ideolojisinin bu şekilde geliştirilmesi, TC ideolojisine, diğer reformist, sosyal-şoven, milliyetçi düşünce ve ideolojilere karşı bir savaşımın kazanıldığını göstermektedir.
Bununla birlikte 1978’lerden itibaren siyasi önderliğe adım atılmıştır. Siyasi önderliğe adım atılmakla beraber, PKK’liler tarafından Parti Önderliği’nin siyasi önderliği kabul edilmektedir. Bu anlamda Parti Önderliği kendini kanıtlamıştır. Fakat sorun bununla bitmiyor. Siyasal önderlik, aynı zamanda bütün topluma kendini kabul ettirme veya bütün toplumu siyasal olarak da yönlendirme, harekete geçirme olayıdır. Böyle bir düzeyin yakalanmasıyla beraber, stratejik önderlik dediğimiz olayın gerçek temellere oturduğundan söz edebiliriz. Bu açıdan daha sonraki tarihlerde, gerek 1984 Atılımı olsun, gerekse sonraki ulusal kurtuluş savaşı yıllarında olsun stratejik önderlik tanımlamasının, Kürdistan halkının yanısıra dost ve düşman tarafından da kabul gördüğüne tanık olmaktayız. Şüphesiz bu bir dizi politik mücadeleyle veya ulusal kurtuluş mücadelesiyle yaratılan bir sonuçtur.
Bu sonucu yaratan gelişmeleri de aktarmak gerekiyor. Bu gelişmelere değinirken, elbette bir 1978-80 arası veya 12 Eylül süreçleri söz konusudur. Bunlar siyasal önderlik açısından zor dönemlerdir. Siyasal önderliğin geliştirilmesi ve korunması bakımından kritik yıllardır. Çünkü Kürdistan’da bir siyasal önderlik oturtulmadan gerçekten halkı, partiyi sürüklemek, mevcut örgütü ayakta tutmak veya düşmanın darbeleri karşısında korunmak zor olur. Bu açıdan da Parti Önderliği’nin politikaya yaklaşımı baştan beri duyarlıdır. Politik bir gelişme durumunu ortaya çıkarmanın büyük savaşımı verilir. Bu konuda zorlukları da görmek mümkündür. Bir önderlik aynı zamanda zor dönemlerde veya kritik dönemlerde kendini ortaya koyar.
Bu açıdan 12 Eylül öncesi dönemde örgütsel krizin yaşanması dikkate alınırsa, bir de buna bağlı olarak bazı silahlı mücadele denemeleri var. Bu denemeler de siyasal etki yaratmakla beraber en azından fazla başarılı olmadı. Silahlı mücadele alanında yapılan bazı denemelerin gerçek anlamda tutmadığı da görülür. Bunun ardından 12 Eylül darbesinin gelişi söz konusudur. Diğer yandan bir dizi grup var. Burjuva partileri var: Buna karşılık PKK’nin siyaseti tam bir üstünlük sağlamış değildir. PKK siyasetinin henüz tam bir üstünlük sağlamaması bir dezavantaj durumundadır. Bu koşullarda halkın çoğunun da siyasal önderlik sorununa yaklaşımı henüz çelişkilidir veya bir bölümü bunu kabul etmemektedir. Bu sadece halkın bazı yanlış düşünceleriyle ilgili değildir. Çünkü bir hareket, bir parti ancak mücadelesiyle kendini ortaya koyup kanıtlamasıyla siyasi liderlik olayını gerçekleştirir.
PKK önderliği 12 Eylül’den sonra da sorunlara korkunç bir tarzda yüklenir. Zor dönemlerde önderlerin kendini ortaya koyacaklarını vurgulamıştık. PKK önderliği açısından da PKK’yi siyaset alanında düze çıkarmak, yeniden atağa kaldırmak hiç şüphesiz ciddi bir sorundur. Özellikle yetersiz önderliklere baktığımızda; böylesi dönemlerde, düşman bir taraftan yüklenirken, içeriden de bazı yüklenmeler olmaktadır. Düşmanın halk üzerindeki baskıları göz önüne alınırsa, halkın bazı kalkışları söz konusudur. Belli bir dağılma süreci yaşanmaktadır. Böylesi süreçlerde önderliklerin sorunu, nasıl bir pozisyon tutturulacağı, nasıl bir politik atak geliştirileceği, nasıl bir savaş yükseltileceğidir. Bu konuda düşman tarafından oluşturulan bir çember var. Bunu kırmak için bir politik çıkış yapmanın gereği nasıl ortaya çıkacak? Parti Önderliği’nin bunu yoğun soru ve cevaplarıyla yaşama durumu söz konusudur. İster içten kaynaklansın, isterse dıştan kaynaklansın bir önderliğin önünde duran görev, 12 Eylül faşizminin yarattığı çok olumsuz ortamı tersine çevirmek için mutlak düzeyde örgüte ve kendine yüklenmesidir.
Bu açıdan 12 Eylül sonrası geriye çekilişin bir hamleye dönüştürülmesi PKK tarihinde yeni bir aşamadır. Parti Önderliği’nin buna yaklaşımı önemlidir. Bunu çeşitli düzeylerde veya çözümlemelerde bulmak mümkündür. Biz burada genişçe anlatacak durumda değiliz, fakat yakalanması gereken nokta şudur: O dönemki koşullarda Parti Önderliği’nin tek başına veya bir kurum olarak ortaya koyduğu tutum bir savaşımda veya politikada nasıl ısrar edilmesi gerektiğini göstermektedir. Evet, burada şu söylenebilir: Geri çekilme ve silahlı mücadeleye başlama sürecinde Parti Önderliği olmasa böyle bir çıkışı yapabilmek veya bir toparlamayı başarabilmek kolay değildir. Bu açıdan da önderlik sorununa siyasal önderlik sorunu olarak baktığımızda işin bu yanı da oldukça önemlidir.
Kimileri şöyle düşünebilir: Bir hareket veya bir parti, bir lider olsa da olmasa da yeni liderler çıkarıp çıkış yapabilir. Daha önce de bu noktaya değindik. Böyle çıkışlar mümkündür, ama nasıl olabilir? Hangi zamanda yapılabilir? Bütün bunlar biraz tarihe ertelenmiş şekilde cevap bulabilir. Ama şunun hakkını kesinlikle vermek gerekir: O günkü tarihsel koşullarda Parti Önderliği olmasaydı böyle bir politik çıkışın yapılması da zorlaşırdı, hatta mümkün olmazdı da diyebiliriz. Çünkü dönemin özellikleri, zorlukları, imha ve tasfiye amaçlı yönelimleri dikkate alındığında böylesi bir çıkışın hiç de kolay olmadığı görülür. Nitekim böylesi çıkışlarda önderlerin kendi otoritelerini savaşı geliştirme veya politikayı geliştirme yönünde kullanmaları bir parti veya hareketi olası yenilgiden kurtarır. Bu açıdan da zor dönemler önderliklerin kendilerini kanıtladıkları dönemlerdir. Gerçek önderler böyle zor dönemlerde kendilerini ortaya koyarlar. Gerçek önderlikler olduklarını kanıtlarlar.
12 Eylül sonrasındaki gibi başka kritik dönemlerde de Parti Önderliği’nin politik mücadeleye ve savaşa ısrarlı sarılması söz konusudur. Örneğin bir 1985 sürecine bakalım: 15 Ağustos Atılımı’ndan sonra taktik önderliğe veya kadrolara bırakılsa 1985’lerde dağılma veya yenilgi kaçınılmaz olabilir. Bu nasıl önlendi? Taktik önderliğin içine girdiği yetmezlikler, taktik dışılıklar ve bunun verdiği ruh haline karşı yeni hamleler yapmak için sık sık müdahale yapan Parti Önderliği’nin kendisidir. Bu müdahale durumu başka olay ve süreçlerde de gerçekleşiyor. Örneğin çeşitli pratik olaylara; ateşkes sürecine Parti Önderliği’nin yaklaşımı neydi? Taktik önderliğin yaklaşımı neydi? Bu farklılık kendini taktik ilişkilerde de gösterir. Parti Önderliği taktik ilişkileri devrimin lehinde kazanımlara dönüştürürken, taktik önderlikte bunun tersi durumlar görülmüştür. Bütün bunlar da dikkate alındığında Parti Önderliği’nin aynı zamanda bunları da önlemek için yoğun çaba harcadığı görülmektedir. Yani Parti Önderliği siyasal düzeyini kanıtlarken, siyasal alanın her yerine müdahale edebiliyor veya her yerde yol gösterici olabiliyor. Biz bunu siyaset alanında bir buldozere de benzetebiliriz. Kadrolar içine de böyle bir giriş söz konusudur. Yani kadroların içine girerek siyaset noktasına göre yönlendirme durumunu görüyoruz. Diğer yandan savaşı geliştirme açısından düşmana karşı da aynı tavrın gösterildiğine tanık oluyoruz.
Kritik dönemlerde önderlik
Tarihsel olarak baktığımızda zor dönemlerde önderler bir hareketi veya bir savaşı kurtarmak açısından önemli roller oynamışlardır. Buna ilişkin örnekler vardır. Mesela bir Rusya’da ayaklanma tartışıldığında başta Lenin tektir ve sadece Troçki desteklemektedir. Fakat burada bir önderlik vasfı kullanılarak diğer merkez komite üyeleri ve kadrolar ikna ediliyor. Lenin böylece ayaklanma kararını onlara aldırtmayı başarıyor. Şüphesiz bu kararları zorla aldırtmıyordu. Lenin’in önderlik tarzında müthiş bir ikna gücü vardır. Kendi partisini, kendi merkezini harekete geçirmede, yani o dönemi kurtarmak, savaşı kazanmak için kaçırılmaması gereken anlar vardır. Böylesi anlar kaçırıldığında hareket ya da savaş ciddi tehlikelerle karşılaşır. Lenin’in de veya diğer önderlerin de, böyle çıkış yapılması gereken anlarda oldukça belirleyici rolleri vardır. Hatta tek başlarına bir partiyi ikna edip harekete geçirme güçleri vardır. Parti Önderliği açısından da aynı gerçekten bahsedebiliriz. Bazı dönemlerde çok az destekleyen de olsa genellikle çıkış yapmakta veya kritik anları aşmakta Parti Önderliği’nin oldukça belirleyici olduğunu gördük. Bu, şüphesiz bir önderin hem siyasette ve savaşta hamle yapması, hem de düşmana karşı mücadele saflarında açılan gedikleri kapatması anlamına gelmektedir. Yani bir önderlik böyle kritik anlarda müdahale edemezse, açılan derin gedikler büyür ve yenilgiye kadar da gidebilir. PKK önderliğinde de Lenin’den verdiğimiz örnek gibi, sadece normal ve rahat dönemlerde değil, aynı zamanda en kritik anlarda da tarihi kararlar vermek, bu kararları herkese kabul ettirmek, bu doğrultuda bütün partiyi ve kitleyi harekete geçirmek tarzında önemli özellikler vardır. Bir önderlik eğer böyle özellikleri kazanmazsa, başında olduğu hareketi sürüklemesi veya tehlikeden çekip çıkarması zor olur. Hatta örnek şöyle de verilebilir: Parti Önderliği’nin bu kadar kesinleşmiş otoritesi veya saygınlığı, ikna gücü, harekete geçirme özelliği olmazsa çok daha farklı bir durumdan bahsedilebilir. Ciddi darbeler alınabilir. Bunlar da Parti Önderliği’nin anlaşılması açısından önemli hususlardır. Diğer merkez komite üyelerinin ve kadroların durumu nedir? Parti Önderliği müdahale etmese böyle bir çıkışı yapma gücünü ne kadar kendimizde bulabiliriz? Kendi içimizde önderlik çıkarabilir miyiz?
Demek ki Kürdistan’da da, diğer ülkelerde de önderlerin belirleyici derecede oynadığı roller vardır. Bu roller görülmeden bir önderlik doğru kavranamaz veya taktik önderlik tarafından doğru olarak temsil edilemez. Sadece “Önderlik olmasaydı şöyle olurdu” demekle önderlik olayı kavranamaz. Bir önderliğin belirli kritik anlarda koyduğu tavır, yine savaşı geliştirmek için attığı adımlar nedir? İlişkilerin düzenlenmesi hangi yaklaşımla geliştiriliyor? Bütün bunlar anlaşılırsa taktik önderlik düzeyinde Parti Önderliği’ne gereken değer verilebilir. Ama sadece “Önderlik bizi kurtardı” şeklinde yüzeysel yaklaşılırsa, görülen yanlarıyla hareket edilirse, işin özü denilen gerçek kavranmazsa Parti Önderliği’nin çeşitli dönemlerde ulusal kurtuluş savaşı tarihinde bugüne kadar gösterdiği önemli tavırların anlaşılması da zorlaşır.
Stratejik önderlikte tanımlama yaparken ana doğrultuyu belirlediğini vurguladık. Sadece bu değil, ana doğrultunun hem tarihsel, hem de güncel olarak nasıl yürütüldüğünü denetler ve buna yön verir. Aynı zamanda ana hedefleri güncel siyasetle takviye etmek, sürekli çizginin veya doğrultunun geliştirilmesi için günlük siyaset, günlük pratik konusunda stratejik önderlik her zaman belirlemeler yapmak durumundadır. Her zaman perspektifler sunmak, doğrultuya doğru çizgiyi egemen kılmak durumundadır.
Bu açıdan PKK’ye bakıldığında Parti Önderliği’nin yıllık, aylık olarak sürekli hedefler belirlediği, perspektifler sunduğu, hatta görevini tam yapmayan için taktik önderlik alanında da hedef ve görevler belirlediği görülüyor. Mücadele tarzının, taktiğinin nasıl geliştirileceği vb. konularda taktik önderliğin yerine getirmediği görevlere Parti Önderliği haklı olarak müdahale ediyor. Başkanın bu konuda bir belirlemesi vardır: “Siz kendi işlerinizi bana bırakıyorsunuz.” Taktik önderliğin stratejik önderliği gerçek anlamda tespit etmesi, şüphesiz onu pratik boyutuyla uygulamasından geçer. Stratejik önderlik siyaseti, güncel hedefleri belirler, bunu sürekli izler. Yine parti ve savaşla ilgili olası tehlikeleri sürekli tespit edip kadroları veya taktik önderlikleri uyarır. Bu konuda yoğun çaba ve emek sarf eder. Fakat siyaseti uygulamak, savaş araçlarıyla geliştirmek taktik önderliğe düşmektedir. Bu anlamda stratejik önderliğin doğru uygulanması da, boşa çıkarılması da taktik önderliğe bağlıdır.
Parti Önderliği’ne gerçekten gereken değeri vermek istiyorsak, bağlılık olsun, izleme olsun vb. hepsi güçlü olmak zorundadır. PKK’nin çizgisini, PKK’nin dönemsel hedeflerini veya atılım gücünü harekete geçirmek istiyorsak, taktik önderlik üzerinde oldukça yoğunlaşmak gerekir. Burada sorun uygulama sorunudur. Bağlılık, verilen sözler ne olursa olsun, isterse her gün “yaşasın önderlik” denilsin, tek başına bir anlam ifade etmez. Bütün bunlar ancak taktik önderlikte oynanan rollere bağlıdır. Bu roller doğru ve yerinde oynanırsa söylenen sözlerin bir anlamı olur. Bu anlamda bir amaca bağlılığın düzeyini pratik uygulama gösterir. Verilen sözlerin, dile getirilen bağlılığın gereklerini yerine getirmek, stratejiye bağlılığın taktik planda yürütülmesidir. Bunlar önemli sorunlardır. Yani Parti Önderliği’nin veya bir siyasal önderliğin pratik alanda uygulayıcıları olmak zorundadır.
Bir parti içinde kurumlaşma olayı vardır. Bu kurumlaşmada stratejik ve taktik önderlik bulunur. Bunun taktik plandaki uygulayıcıları nasıl tavır geliştirecektir? Bu açıdan da PKK siyasetini savaş boyutlarıyla uygulamak, taktik önderlikte düğümlenmektedir. Bugün yaşanan en önemli sorun budur. Bu konuda Parti Önderliği’nin politikayla ilgili söylediği bir söz var: “Ben politikanın ilke boyutuna bağlıyım. Döne dolaşa ilkenin etrafındayım. Bir koku alma, ipuçları yakalama vb. kendine göre bir stil.” Ve diğer yandan şu söylenir: “Benim için politika güzellikler yaratma sanatıdır” Tabii burada önderliğin politikaya verdiği önem veya yaklaşım tarzı önemlidir. Politika uygulanırken ilkeden vazgeçilmiyor. Bu, PKK’nin temel ilkelerinin nasıl savaş alanına uygulandığını gösteriyor. Bu sözünü ettiğimiz dönemlerde, politik bir hamle yapmak için hazırlıklar yapılıyor. Politikanın ilke boyutu özellikle korunuyor. Örneğin geri çekiliş döneminde ilke boyutuna yoğun olarak bağlılık var. Diğer bir deyişle ilke boyutuna sarılarak bir çıkış için yapılan hazırlıklar vardır.
Parti Önderliği’nin yaşamına baktığımızda, politik bir çıkış yapmak veya bir hamle yapmak isterken, önce bütün hazırlıklarını yaptığını, bütün tedbirlerini aldığını görürüz. Bu konularda gerek geri çekilmede, gerekse daha önce bir işe başlarken, politika uygularken, politikanın güç olayıyla veya örgüt işiyle doğrudan bağlantılı olduğunu baştan beri kadrolara kavratmak istemektedir. Bu açıdan ilk çıkış yaparken, örgüt ile insan ilişkilerini düzenlemeyi önüne koymaktadır. Aynı zamanda insan-örgüt ilişkilerini yürütülecek savaşa göre düzenlemeyi de esas alır. Bu düzenlemeye, hazırlığa büyük önem verir. Böylece hazırlık yaptıktan, söz konusu politik çıkışı bir temele oturttuktan sonra düşmana darbe vurma veya düşmana karşı yeni atılımlar yapma aşamasına geçer. Böyle yapılmazsa başarının sağlanamayacağını düşünür.
Örneğin 12 Eylül’de kadrolara geri çekilme talimatı verilmesine rağmen, ısrarla ülkede kalma konusunda direnenler var. Tabii buradaki ruh hali farklıdır. Bazılarında “kahramanca direnerek ölürüz” anlayışı da var. Bu yaklaşım eskiden de, daha sonra da var. Savaşta iyi bir hazırlık, iyi bir düzenleme yapmadan düşmana körce saldırılar vardır. Bu tür saldırıların çoğunda darbe yeniliyor. Aynı yaklaşımın diğer bir yüzü olarak da hazırlıksız olup düşmanın karşısında geri çekilmeler söz konusu oluyor. Fakat Parti Önderliği’nin politik çıkışına baktığımızda bütün bunların hiçbirisi yoktur. Yani politika geliştirilecekse veya politikada alan açılacaksa önce hazırlık yapılıyor, ilişkiler ayarlanıyor ve bu temelde sonuç alınıyor.
Şüphesiz bu önemli bir politik yaklaşımdır. Bazen bu tür tavırlar gösterilip, çıkışlar yapılırken sezgilerin gücü de önemli rol oynar. Politik belirlemeler yapılırken, koşulların ve gelişmelerin öngörü ve sezgi boyutunun canlı tutulması gerekiyor. Diğer yandan bu çıkıştaki başarının, bütün yaşamı politika, örgüt ve savaş noktasında yoğunlaştırmakla da ilişkisi vardır. Ancak böyle bir yüklenmeyle bir siyasal önderlik politik alanda kendi önünü açabilir. Nitekim Parti Önderliği tarafından bu konuda şunlar söyleniyor: “Ben politik olarak tavır belirlerken veya politik olarak belli çıkışlar yaparken bu konuda hiç kimse tarafından sınırlandırılamadım.” Bu da önderlikte görülen önemli bir özelliktir. İster içten, ister dıştan kaynaklansın, önüne çıkarılan engeller karşısında bu kendini sınırlandırmama tarzı olarak gelişme kaydediyor.
Daha sonra yapılan 15 Ağustos Atılımı var. Bir savaş çıkışı yapılmakta ya da politik alanda yeniden düşmana karşı savaş açılmaktadır. Parti Önderliği’nin politik yaklaşımlarının belirleyici rolüyle PKK’nin politik bir güç olarak kendini sahneye koyması açısından yapılan bu çıkış anlamlıdır. Hatta şu benzetmeyi de yapabiliriz: Hz. Muhammed’in Bedir Savaşı’nı kazanması aynı zamanda Hz. Muhammed’in bütün diğer savaşları da kazanması için bir temel oluşturmuştur. Henüz askeri güçleri az ve zayıftır. Bu nedenle küçük bir savaşla işe başlamıştır. Bizde de. Yani bir yandan 15 Ağustos Atılımı’yla ilerlenirken, diğer yandan hem ideolojinin doğruluğu kanıtlanmış, hem de siyasal alanda gerekleri yerine getirilmiştir. Ayrıca hem 12 Eylül’ün yarattığı çember kırılmış, hem de işbirlikçi, ilkel-milliyetçiliğe karşı parti siyaseti kendini kazandırmıştır. Parti Önderliği bu gelişmeyi şöyle ortaya koymaktadır: “1985’te PKK siyasal olarak da, ideolojik çizginin kazanılması ardından kazanılmıştır.” Daha sonrası, savaşın daha değişik boyutlarıyla hayata geçirilmesidir. Burada şu tespitte bulunulabilir: Savaşta, çizginin siyasal boyutunun kazanılması siyasal önderliğin kazanılması demektir.
Bu kazanım hangi koşullarda nasıl sağlanabildi? Güney’de KDP’nin 12 Eylül faşizmiyle birleşip, 1984-85’lerde PKK’yi ezme çabaları veya daha önce de değişik biçimlerde PKK’yi kendine bağlayıp boşa çıkarma yaklaşımları vardır. Burada hem 15 Ağustos Atılımı gerçekleştiriliyor, hem de KDP’nin veya diğer işbirlikçi kesimlerin PKK’ye yönelik komplo ve provokasyonları boşa çıkarılıyor. Hatta taktik önderliğin, KDP’nin yedeğine götürecek yaklaşımlarına da son veriliyor. Bu aynı zamanda PKK’nin siyaset olarak da kendini belli siyasi tehlikelerden koruması demektir. Diğer yandan 15 Ağustos Atılımı’nın nasıl kendini kanıtladığını da değişik açılardan görmek mümkündür.
Bir TC’nin Parti Önderliği hakkında söylediklerini dikkate almak gerekir. Yine bir ilkel milliyetçilerin, Güney’dekilerin başka boyutta saldırıları var. Öte yandan Avrupa’da mültecileşen Kürt grupları da saldırıyorlar. Aynı şey Türkiye solundan önemli bir bölümünün, sahte solcuların PKK’ye karşı saldırı birlikleri söz konusudur. 15 Ağustos Atılımı başlarken, TC hemen devreye girdi. “Güneş Operasyonları” vb. harekatlar düzenleyerek bu çıkışı ezmeye çalıştı. Her taraftan böyle gelişen saldırıları iyi değerlendirmek ve güçlü sonuçlar çıkarmak gerekiyor. Anlamı şudur: PKK bir savaş geliştiriyor, bir siyasal çıkış yapıyor ve bu herkese dokunuyor.
Özellikle o dönemde Parti Önderliği hakkında çeşitli spekülasyonlar geliştiriliyor. Böylesi dönemlerde bir önderin kişiliği hakkında geliştirilen spekülasyonların aynı zamanda siyasi yönü ve savaş boyutu vardır. Karşı cephedekiler de işin farkındadırlar. Öncü savaşının nasıl geliştiğini, mücadelenin nasıl başladığını biliyorlar. Bu konuda hedef alınması gerekeni tespit ediyorlar. Çeşitli komplo ve tuzaklar geliştirerek çıkışı tasfiye etmek ve savaşı bozmak istiyorlar. Dikkat edilirse o zaman Avrupa’da ciddi sorunlar var. PKK’nin çıkışıyla beraber çeşitli değerlendirmeler yapılır. “Anarşistlik, maceracılık” ve yine Parti Önderliği için “CIA, MİT kuyruğu” diyenler var. Diğer yandan, “bunlar bir ay yaşayamaz, ömürleri birkaç gündür” vb. değerlendirmeler geliştirilir. TC silahlarla yönelirken, Güney’de başka türlü bir silahlı yönelim vardır. Diğer yandan emperyalizmle birleşen geniş bir koalisyon oluşturulur. Burada bu koalisyon “PKK karşıtlığı” temelinde kurulur. Özellikle Parti Önderliği’ne yönelik bir koalisyon durumunu görüyoruz. Rahatlıkla varacağımız sonuç da şudur: Parti Önderliği’nin kişiliğini, konumunu gözden düşürmek, PKK’yi gözden düşürmektir.
Özellikle burjuvalara bakın, çeşitli dönemlerde bazı siyasal önderlikleri tartışırlar. Bazen öyle incelikler yaparlar ki, oranın siyasetini tartışmadan önderliği tartışma konusu yaparlar. Yani çeşitli ülkelere bakarsak, bazı zamanlar bazı önderlikler tartışma konusu olmuştur. Bu tartışma konusu yapıldığı zamanlar da o önderlikler etrafında geniş bir siyasal çember oluşturulur. Ondan sonra zayıf düşürüp vurma anı yakalanmaya çalışılır. Yani Parti Önderliği’nin kişiliğinin tartışma konusu yapılmasındaki amaç, özellikle siyasal önderlik kurumunun veya PKK’nin siyasal çıkışının çok rahat veya ciddi adımlar atmadan, henüz kendini daha üst boyutlarda ortaya koymadan onu boğup alt etmektir. Burada herkesin değişik boyutlarda çıkarları vardır. O dönemde Parti Önderliği’ne “diktatör” deniliyordu. Kimileri “ajan” da diyebiliyordu. Ayrıca Parti Önderliği’nin yaşamı hakkında çeşitli söylentiler de yaydırılıyordu. Bütün bunların PKK’ye karşı açılan savaşla ilişkisi vardır. Hepsinin değişik boyutlarda PKK’ye karşı dünya çapında belirlenen politika ile, TC, emperyalizm veya Güney’deki işbirlikçiler düzeyinde belirlenen politikayla ilgisi var.
Bunlardan anlaşılması gereken şudur: Söylenen hiçbir şey gelişigüzel söylenmiyor. Şu grup tarafından, şu kişi tarafından söylenebilir, ama hepsinin mutlaka bir amacı var. Tabii aynı dönemde yoğunlaşması da boşuna değildir. Baktığımızda bu, özellikle bilinçli olarak bazı dönemlerde yoğunlaştırılıyor. Dönemlerin seçilmesi de ilginçtir. O açıdan bu dönemde de söylediğimiz gibi 1980’ler öncesi Parti Önderliği’nin kendini siyasal olarak ortaya koyması, henüz bütün yönleriyle gerçekleşmemişti. Böyle bir süreçte Parti Önderliği’nin siyasal önderlik olarak kendini kanıtlama ve ortaya koyma durumu vardır. Dolayısıyla bütün bu çabaları Parti Önderliği’ni engellemeyi amaçlayan çabalar olarak algılayabiliriz. Fakat gerek Parti Önderliği’nin tavrı, gerekse PKK’nin savaştaki ısrarı dikkate alınırsa, güçlü karşı çıkışlarla oluşturulan bu çemberin giderek parçalandığı da görülmektedir. Yani ilk yüklenmeyle bu saldırılar boşa çıkarılmıştır. Şüphesiz ki bu stratejik önderlik boyutuyla veya siyasal önderlik boyutuyla Parti Önderliği’nin kendini Kürdistan toplumu içerisinde de kanıtlaması anlamına geliyor. Yani artık siyasal önderlik sadece PKK içerisinde değil, Kürdistan toplumunda da kendini kanıtlamıştır.
Burada dikkat edilirse, düşmanın büyük ölçüde oluşturduğu bu güç parçalandığı oranda dostluklar artmıştır. Parti Önderliği’ni destekleyen kesimler ortaya çıkmıştır. Halk tarafından da benimsenmiştir. Politik önderlikten söz ederken, Kürdistan’da artık kilit önderlik durumuna gelmiştir.
Burada Parti Önderliği’nin politikadaki tavrı nedir? İlkede katılık, politikada esneklik nasıl uygulanmaktadır? Parti Önderliği manevra yeteneğini nasıl gösteriyor? Siyaset yaparken, strateji geliştirirken özellikle bunun taktik plandaki uygulanmasında manevra yeteneği nasıldır? Bu konuları açmak istiyoruz.
Politik önderlik
Parti Önderliği’nin politikaya yaklaşımı sık sık tanımlanır. Parti Önderliği politikayı “güzellikler sanatı” olarak, “incelikler sanatı” olarak tanımlar. Özellikle kadroların veya taktik önderliğin politikaya yaklaşımlarını eleştirirken bunun çok kaba olduğunu belirtir. Burada taktik ilişkileri savaşı geliştirmede, politikayı zenginleştirmede, güç olayını geliştirmede kullanır. Örneğin daha önce politikada bir güç durumuna ulaşmasaydı, PKK ateşkes ilan edemezdi. Bu önemli bir tavırdır. Ateşkesin ne zaman ilan edileceği, bazı çağrıların ne zaman yapılacağı önemlidir. Örneğin 15 Ağustos Atılımı’na başlarken, PKK ateşkes çağrısı yapamazdı. 3 sene veya 4 sene sonra bu çağrıyı yapamazdı. Ama PKK siyasette belli bir güç durumuna geldikten sonra ateşkes yapabilecek seviyededir. Parti Önderliği’nin tavırlarına bakıldığında 1988’den sonra ateşkese var olduğunu söylemektedir.
Siyaset çeşitli dönemlerde nasıl uygulanır veya nasıl geliştirilir? Bir hareketin siyasal alanda başvurduğu taktiklerin veya kullandığı sloganların da o dönemin siyasal düzeyine denk düşmesi gerekir. Bir dönem örgüt kendini güç olma anlamında ortaya koyarken, diğer bir dönemde de siyasi güce ulaştıktan sonra ateşkes ilan ediliyor. 1988’de böyle çağrılar vardır, 1993’te ise tek yanlı ateşkes ilan edildi. Bunun savaş ile bağlantısını kurduğumuzda, PKK’nin siyasal alanda bir güç olarak kendini dayatmasından sonra bunlar gündeme gelmektedir. Böylesi çağrıların zamanından önce yapılması çok büyük kayıplara yol açabilir.
Diğer yandan Parti Önderliği’nin ideolojik savaşım döneminde küçükburjuva ve reformist-milliyetçilerle mücadelesine karşılık amansız saldırılar yöneltiliyor. Ama siyaset alanında güç durumuna geldikten sonra, bunlara karşı değişik taktikler uygulanmaktadır. Yapılan taktiklerin veya çeşitli ilişkilerin ayarlanması, biraz siyasal güç olayıyla ve savaşın boyutuyla ilişkilidir. Bu konuda Parti Önderliği’nin tavrı şöyledir: Politika ve ilişkilerdeki esneklik, denetime girme anlayışını barındırmaz. Politika yapmada bir güç durumuna gelindiğinde ilişki kurulabilir veya politikada esneklik gösterilebilir. Ama burada kesin karşı olunan yan, denetim altına girmeyi kabul etmemektir. Bu doğruya karşılık görülen yanlış bir yaklaşım, “ben ilkeleri koruyorum” veya “ben kirlenmeyeyim” adı altında hiçbir politik ilişkiye girmeme ve bütün politik ilişkilerden kaçınma tavrıdır. Bu da kaba bir tarzdır. Parti Önderliği’nde böyle bir tarz uygulanmamaktadır. İlkeleri katı olarak korumak farklı bir yaklaşım gerektirir. Güç ve savaş geliştiği oranda, savaş ve siyasetin durumu değerlendirilerek, çeşitli güçlerle taktik ilişkilerin nasıl geliştirileceği, ilişki boyutunun nasıl ayarlanacağı konusunda net bir tavrın olması gereklidir.
Birincisine şöyle örnek vermek mümkündür. Bir Güney Savaşı’nda parti çizgisine uygun bir politik yaklaşım geliştirilmemiştir. Burada Parti Önderliği’nin tutumu şudur: Sonuç bu duruma getirilmişse, bundan sonra onların denetimine girilmemelidir. Böyle bir ilişki doğru değil ama bundan sonra denetime girmemek ve buradan bir çıkış yapmak önemlidir. Burada Parti Önderliği’nin tavrı böyleyken, oradaki taktik önderliğin tavrı nedir? Buradaki taktik önderliğin belli bir kesimle uzlaşma ilişkisi var; bundan kurtulması, taktiği öne çıkarması gerekirken, bunun tersini yaşaması, mesela uzlaşmanın daha çok derinleştirilmesi söz konusudur. Şöyle bir örnek daha verebiliriz: Ateşkes ilan edildi. Ateşkeste tavır TC’nin siyasetini boşa çıkarmaktır. Özellikle TC de bir ölçüde hareketsiz duruma geliyor. PKK savaşın ilkesine bağlılıkta katılığını koruyor. Parti Önderliği de ateşkesi ilan ederken, baştan beri işin bu yanını gözetmektedir. Fakat ateşkes ilan edildiğinde, karşı tarafın ateşkese yanaşmayacağı görülmektedir. Ateşkes, en azından TC’nin siyasi ezme hesaplarının boşa çıkarılmasını da amaçlamaktadır. Dünya siyasetinde de PKK’yi biraz daha ön plana çıkarmak veya siyasette atılım gücüyle TC’yi zor durumda bırakmak için bu taktiğe başvuruluyor.
Bütün bunlar yaratılırken taktik planda bir yerde savaşa yaklaşımda esneklik adına ilişkilerde boş verme, savaş için ciddi hazırlıkları yapmama, ateşkes adına bazı yerlerde yanlış hayallere kapılma, hatta “neden ateşkes yapıldı” konusunda tepki gösterme tutumları da görülmüştür. Burada Parti Önderliği’nin politikada esneklik gösterme tarzıyla, taktik önderliğin tarzı karşılaştırıldığında arada büyük farklılıkların olduğu görülür.
Ateşkeste iki tutumu görmek mümkündür: Birincisi; ilişkiden kaçan tarzdır. İlişkiden kaçan bu tarz neye sığınmaktadır? İlkeye sığınmakta ama ilkeye sahip çıkmamaktadır. İkincisi; esnekliğin yoğun kullanıldığı tarzdır. Esnekliğe sığınmak, işi gevşetmeye veya uzlaşmaya kadar götüren bir tarzdır. Siyasette bu tarzın da doğru olmadığı, Parti Önderliği’nin daha sonraki uyarı ve çözümlemelerinde ortaya konulmuştur.
Esnekliklerde Parti Önderliği’nin gösterdiği tavır, Kürdistan ulusal kurtuluş poltikasının esas alınmasıdır. Çeşitli güçlerle ilişkilere girerken, aynı zamanda düşman cephesiyle çeşitli ilişki veya politik dayatmalar aranırken, bu esnekliğin zaman zaman gösterilebileceği de açıktır. Burada Parti Önderliği’nin özellikle dikkat ettiği ve bugüne kadar uyguladığı esnekliğin, uzlaşmaya ve karşı gücün denetimine götürmediği, bu anlamda da bütünüyle ulusal kurtuluş siyaseti ile Kürdistan halkının veya ulusunun çıkarını esas aldığı görülmektedir. Bazı güçlerle ilişki kurulurken, şüphesiz güçlere göre iradeler arasında bazen esnekliklerin gösterilmesi mümkündür. Ama bu esnekliklerin biçimi de önemlidir. Esnek yaklaşım nasıl seçilir? Bu konuda Parti Önderliği’nin ilkeye bağlılığı devrimde ısrarlı olmasından kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda çizgi bağımsızlığında ısrar etmesinden kaynaklanmaktadır.
Buna çeşitli örnekler verilebilir: Mesela, parti içerisinde bazı uzlaşmalar, esnekliğin kötü biçimde kullanılmasıdır. İlişkinin kötüye kullanılmasıdır. O tarz ilişki ve esneklik, parti çizgisinden taviz vermeye kadar götürebilir. Buna örnek olarak ateşkesi vermiştik. Güney Savaşı’nın sonuçlarını ve uzlaşmaya götüren tutumları örnek vermiştik. Aynı şekilde bu esneklik tavrıyla PKK içinde yaşanan ortayolculuk işlendi. Orta-sınıf partisi eğiliminin esneklikten, bu tür yaklaşımlardan ne anladığını vurgulamıştık.
Parti Önderliği’nin politikaya yaklaşımı bütün bunları dıştalamaktadır. Esneklik deyince neyin korunması gerektiği veya neyin ön plana çıkarılması gerektiği noktasında doğru hareket tarzı vardır. Esneklikle hiç ilişkisi olmayan biçimi de eleştirmiştik. Dünya tarihinde politika yapılırken bu biçimin de fazla uygulanmadığı görülmektedir. Kürdistan’da önemli bir siyasal güç oluşurken, bu siyasal gücün hem düşman cephesiyle, hem de diğer güçlerle çeşitli çelişki ve taktik ittifaka girerken, bu ilişki ve esnekliğe dikkat gösterilmesi gerekiyor. PKK dışındaki güçlerde görülen özellikle kendi politik gücüne güvenmeme ve bundan kaçınma durumudur. Bu da politika yapmaktan kaçınmak anlamına gelir. Böyle bir tutumun içinde bulunmak, aynı zamanda Kürdistan’dan kaçıştır. PKK’nin gücü ile karşı tarafın gücü arasında kendi ilişkilerini dengeleyerek korumaktır. Bu konuda devrimin yararına olan ilişkiler nelerdir? Nasıl geliştirilebilir? Bu sorular üzerine düşünülmeden doğru politik tutumların yakalanması mümkün olamaz. Bunlardan birincisi, her şeyden kaçınmaktır; ikincisi ise, esneklik ve ilişki adına her şeyin yolunu açmaktır. Devrimden taviz vermeye kadar götürebilecek bir tarzı uygulamanın da yanlış olduğu görülmektedir.
Bütün örneklere bakıldığında, Parti Önderliği’nin bu iki tutumdan oldukça sakındığı görülmektedir. Bu eğilimler ortaya çıktığında da müdahale etmektedir. Aynı eksikliğin devamı olarak hepimiz fırsatlar ve boşlukları Parti Önderliği gibi önceden görme yaklaşımını geliştiremiyoruz. Mesela düşman cephesinde oluşan gedikler nedir? TC’nin iç çelişkilerinden Kürdistan devrimi nasıl yararlanabilir? Diğer yandan, bölgesel çapta ortaya çıkabilecek boşluklar veya çeşitli fırsatlar açısından Kürdistan lehine gelişmelerin önceden değerlendirilmesi gerekir. Önderliğin tavrında ve hareket tarzında bu boşlukları, kendi alanında veya başka noktalarda doldurması ve fırsatları oldukça iyi değerlendirmesi durumu vardır. Örneğin, 1991’de Körfez Savaşı başlamadan önce Parti Önderliği’nin önsezi ve öngörüleri söz konusuydu. Bu savaşın Kürdistan devrimi açısından yaratacağı boşlukların nasıl doldurulacağı, fırsatların nasıl değerlendirileceği bütün partililere ve gerillaya perspektif olarak sunulmuştu. Burada güncel politika alanında da ortaya çıkabilecek olan boşluklar önceden tespit ediliyor. Bu konuda da yaratıcılığın ve ustalığın gösterildiğini çok rahat görebiliriz. Stratejik önderlik sadece ana hedefleri belirlemek değildir. Stratejik önderlik olarak Parti Önderliği günlük olarak neler yapılabileceği konusunda, anın değerlendirilmesinde olsun veya kısa süreli güncel politikanın geliştirilmesinde olsun, yine kısa süreli politik çıkışların nasıl yapılabileceği konusunda olsun tümüyle ustaca davranışları vardır.
Tabii ki normal olarak Parti Önderliği’nin siyaset alanında yapmaması gereken görevleri de doğrudan kendisinin yapmak zorunda kaldığını görüyoruz. Gerilla açısından söz edersek, kimi zaman 15 günde bir, kimi zaman ayda bir genel perspektifler vermenin yanı sıra, taktik önderliğin politika uygulamadaki yetersizliğinden veya tıkanıklığından dolayı birçok olaya doğrudan el atıyor. Burada Parti Önderliği’nin kendi dışında görevler de üstlendiğini görüyoruz. Diğer örgütlere bakıyoruz, askeri komutanları ve uygulayıcıları vardır; perspektif düzeyiyle yetinmektedirler. Diğer önderlikler örgüt açısından veya siyaset açısından perspektif vermektedirler; işleyişe ilişkin perspektifler sunmaktadırlar. Bunun ötesinde günlük veya haftalık ayrıntılar üzerinde fazla uğraşmamaktadırlar.
Parti Önderliği’nin Kürdistan devrimindeki rolünü anlamak istiyorsak, işin bu yanını da görmek gerekiyor. Yani birçok sorun Parti Önderliği’ne kalıyor, diğer bütün işlerini yaptığı gibi, bu konuda da fazladan bir çabayı göstermek zorunda kalıyor.
Güçler dengesi ve önderlik
Bir diğer nokta da şudur: Gerek geçmişte ve gerekse bugün, güçler dengesinde, Parti Önderliği hiçbir zaman dışa bel bağlamıyor. Yani güçler dengesinde bir tarafa kaymıyor. Örneğin, eskiden iki blok vardı; Sovyetler ile emperyalist blok. Dünyaya baktığımızda birçok hareket veya birçok önderlik kendi siyasetini oluştururken veya kendi devrimini geliştirirken bunlar arasındaki ilişkilere oldukça dayanıyorlar. Kurtuluş hareketini bunlara oldukça dayandırıyorlar. Burada Parti Önderliği güç dengelerini hesaba katmakla, yine bunlar arasındaki çelişki ve ilişkilerden yararlanılabilecek noktaları görmekle birlikte devrimi doğrudan bunlardan birine dayandırmama tavrını esas alıyor. Bu, TC’nin komşu devletlerle olan dengeleri açısından da böyledir. Yani devletlerin çeşitli çelişkileri, çeşitli ilişkileri veya bölge dengeleri hesaplanırken, hiçbir zaman (zaman zaman taktik ilişkiler kurulsa bile) bunlara dayanarak Kürdistan’da siyaset yapmıyor. Bunun doğru olmadığını sık sık vurguluyor.
PKK çizgisinin bu tavrı baştan beri nettir. Bugün de Parti Önderliği’nin bu konudaki tavrı çok nettir. Örneğin, güncel planda, sömürgeci-emperyalist medyada, emperyalizm olsun, TC olsun, işbirlikçi kesimler olsun, hepsinin kimi zaman “Apo’nun sözüne güvenilmez”, “Apo’nun ne yaptığı belli olmaz” vb. açıklama yapmaları, biraz da bu nedenledir. Tabii ki burada anlaşılması gereken, önderliğin politika veya açıklamalar yaparken, karşı-devrim cephesindeki kesimlerin işine gelebilecek şeyler söylediğinde onlar açısından güvenilir, işine gelmeyecek şeyler söylediğinde ise güvenilmez olacağıdır. Gerçek şudur ki, önderlik, politika yaparken, geliştirirken, devrime soluk aldırırken onların kontrolüne girmiyor. Tabii ki, onlar da kendi açılarından politika yapıyorlar. “Güvenilmez” veya “belli olmaz” derken, işin bu yanını esas alıyor ve propaganda aracı olarak kullanıyorlar.
Örneğin, herkes için “sözüne güven olmaz” tabirini kullanmazlar. Çünkü bazılarının onların uzantıları olduklarını veya onların politikasını esas aldıklarını çok iyi bildikleri için böyle bir propagandaya hiç gerek duymazlar. Bu açıdan mesela denetime giren işbirlikçi liderler var; bunlara söyleyecekleri sözleri yoktur şüphesiz. Ama onların Parti Önderliği’ne karşı genel olarak tavırları böyledir. Bunu da çeşitli biçimlerde yansıtıyorlar. Tabii bundan çıkarılacak doğru sonuçlar vardır. Aslında böyle yansıtmalarını sevindirici bulmak gerekir. Eğer düşman kesiminden Parti Önderliği için övgü sözleri söyleniyorsa, bir anlamda bu kötüdür. Nitekim onlar da politika yapıyorlar ve söyleyecekleri sözleri seçerek söylüyorlar.
Parti Önderliği siyasal liderliğini yürütürken, hiçbir zaman kuracağı ilişkide, atacağı adımda kendisini başkalarının şu veya bu şekilde kontrolüne sokacak veya halk diliyle kendi kolunu kaptıracak bir tarzı sürdürmüyor. Bu konuda da işin bu yanına oldukça dikkat ediyor.
Daha önce de söylemiştik, yine şu biçimiyle de söyleyebiliriz: TC’nin arkasına aldığı güç ne olursa olsun veya çeşitli zamanlarda emperyalist devletlerle kuracağı koalisyon ve güç dengesizliği nasıl olursa olsun, baştan beri Parti Önderliği güç dengelerinden çekinmiyor. Burada Parti Önderliği’nin izlediği yol nedir? Kürdistan devrimi karşısında hangi güçler birleşirse birleşsin, sömürgeci özel savaş politikası ne kadar tırmandırılırsa tırmandırılsın, Parti Önderliği devrim cephesinde güçlerin nasıl düzenlenebileceğini, savaşa nasıl soluk aldırılabileceğini veya devrim sahasında savaşa nasıl bir hamle yaptırılabileceğini yetkince ayarlıyor. Parti Önderliği de devrim cephesinden karşı-devrim cephesine karşılık verebilmek için tedbirler alma, hazırlıklar yapma yoluna gidiyor.
Bu hususları zaten sürekli vurguladığını da görüyoruz. Kürdistan’daki ulusal kurtuluş mücadelesinin atılımlarla sürdürüldüğünü de görmekteyiz. Burada bir devrimin sürekli sıçrama yaptığına veya mevcut basamaktan üst basamağa çıktığına tanık oluyoruz. Zaten bir devrimin hamle yapma özelliğine de sahip olması gerekiyor. Burada Parti Önderliği’nin atılımcı yanını görmek zor değildir. Yani her atılım dönemi şüphesiz yeni bir gelişme sağlamak ve güç ilişkilerine yönelmektir. Bu, politik gelişme açısından da böyledir. Örgüt ilişkilerinin geliştirilmesi, nicel olarak büyümenin sağlanması ve yine halk kitlelerinin ayağa kaldırılması açısından her atılım döneminin bir anlamı vardır. Diğer yandan bir atılım döneminin nasıl sonuçlanacağını beklemeden, o atılım dönemi içerisinde yeni bir atılımın başlatılması da söz konusudur. Yani bu atılım döneminin sonuçları nasıl olur; bu atılım döneminin sonuçlarını alalım ardından yeni bir atılım dönemini başlatalım tavrı yoktur. Parti Önderliği’nin bu konudaki tavrı, o atılım dönemi içinde bile yeni bir atılım döneminin nasıl hazırlanacağı yönündedir. Parti Önderliği’nin bu tavrı da Kürdistan devrimine kazandıran bir özelliktir.
Bu atılımcı özelliği çok daha değişik noktada, kişilikte veya başka alanda da ele alabiliriz. Örgüt ve savaş açısından örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Daha önce de kısaca vurguladığımız başka bir noktaya değinelim: Parti Önderliği’nde devrimi geliştirme mücadelesinde özgüce dayanmak temeldir. Baştan beri, birkaç kişiyle yola çıkarken de, milyonlara ulaşırken de özgüce dayanmak PKK’nin temel ilkesidir. Kürdistan devriminde Kürdistan halkına, emekçi sınıflara dayanmak PKK’deki temel politikadır. Parti Önderliği bu politikanın bugüne kadar sürekli gözetleyicisi olmuştur. Safların büyümesinden dolayı zaman zaman bu konuda önemle değerlendirmeler yapıyor. Son zamanlarda safların genişlemesiyle çeşitli sınıfların; orta sınıf ve küçük-burjuva kesimlerin parti içinde kendi eğilimlerini geliştirmeye çalışmasının, özgücü bozabilecek, işbirlikçi çözüme götürebilecek eğilimlerin önünü almak için bile özgüç ilkesini her zaman ayakta tutmaya özen gösteriyor. Bu yanıyla Parti Önderliği’nin yaptığı belirlemelerde, vurgulamalarda sürekli emekçilere, Kürdistan’da bağımsızlığı ve özgücü koruyabilecek kesimlere dayanılması esas alınıyor. Yani diğer sınıf veya orta kesimlere dayanılmaması yönünde tavır geliştiriliyor. İster birey olsun, isterse aşiret olsun veya başka türlü insanlar olsun, örgüt ilişkileri veya savaş ilişkileri geliştirilirken, bu özgücü zayıflatacak bütün tutumlara karşı önlem alınıyor. Zaman zaman bu tür eğilimler gündeme geldiğinde de alınan tedbirlerin yanı sıra güncel planda da anlık tavırlar geliştiriliyor.
Toplumsal aydınlanmada siyasal önderlik
1993 ve 1994’e gelindiğinde, Kürdistan’da stratejik önderliğin artık denge aşamasına ulaştığını, bütün önderlik sahalarına damgasını vurduğunu görüyoruz. Konuya ilk giriş yaptığımızda, çeşitli ülke deneylerinde stratejik önderlik veya siyasal önderlik ortaya çıkabiliyordu. Çeşitli önderlik biçimlerinin ortaya çıkabileceğini söylemiştik. Bunlar ekonomik planda veya kültürel planda ortaya çıkabiliyorlardı. Buna benzer şekilde bilim alanında vb. yeni çeşitli önderlik biçimleri çıkabiliyordu. Ama Kürdistan’a baktığımızda ise aynı gelişmeyi göremiyoruz. Kaldı ki, aydınlanma hareketinin, yeni ideolojik gelişmenin de PKK’yle, Parti Önderliği’yle beraber başladığını görüyoruz. Diğer yandan Kürdistan’da ideolojik ve siyasi önderlik temelinde stratejik önderlik oluştuğunda, diğer önderlik biçimlerinin ancak buna bağlı olarak gelişebileceğini veya bu önderliğin diğer tüm önderliklerin yollarını açtığını söyleyebiliriz. Tabii buna rağmen Kürdistan’da siyasal önderlik dışında henüz diğer önderlikler oluşmuş değildir. Bunun ortamı ve koşulları yaratılmıştır. Kültür, ekonomi, edebiyat, tarih ve diğer bütün alanlar için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Bütün bu alanlarda henüz stratejik önderliğe bağlı olarak oluşan önderlikler yoktur. Bu alanlarda çalışan kesimler henüz çok yetersizdirler. Fakat biz şunu görebiliyoruz: Kürdistan’da stratejik önderlik veya siyasal önderlik denilen olay, bütün bu alanlardaki önderliklerin ortaya çıkmasını sağlayabilir. En azından bunun ortamını yaratmış, bunun yolunu çizmiştir. Gerisi, bu alanlarda çalışanların kendilerini önderlik düzeyine çıkaracak kişiliklere kalmıştır. Şüphesiz bu kişilikler de zamanla ortaya çıkarlar. Diğer ülkelerde bu kişilikler başta çıkmıştır. Bunlar, devrim geliştiğinde, yani siyasal önderlik oturduğunda daha fazla güç almışlardır. Siyasal önderliklerle beslenmişlerdir. Siyasal önderlikler iyice kurumlaştığında çok daha fazla gelişme olanaklarını bulmuşlardır. Kürdistan’da hem özgün yanlarından, hem de diğer birçok yönlerinden dolayı, bu sahadaki kişilikler yeni yeni bugün tohum halinde gelişebiliyorlar.
İşin bu yanından öte, askeri önderlik alanında henüz ciddi boşluklar vardır. Askeri komutan oluşmuş ama gerçekten burada askeri önderlik diyebileceğimiz kişilikler henüz gelişmiş değildir. Askeri deha diyebileceğimiz önder tipler henüz oluşmuş değildir. Parti Önderliği veya parti siyaseti ve savaşı bunun geniş olanaklarını ortaya çıkarmış olmasına rağmen bu sorun çözümlenmiş değildir.
Buna fazla genişçe değinmeyeceğiz ama burada belirtilmesi gereken, bizde henüz askeri komutanlığın gerçekten savaşın önderlik düzeyine cevap verecek bir konuma ulaşmadığıdır. Aslında bunun büyük ölçüde olanakları da var. Savaşın kendisi var ve bunun içinden böyle kişiliklerin çıkması da şüphesiz mümkündür. Bizim daha çok sözünü ettiğimiz, Parti Önderliği’nin de sık sık vurguladığı gibi, birkaç kişinin çıkması durumunda bu alanı doldurabileceği veya bu alanın hakkını verebileceğidir. Yine sözünü ettiğimiz taktik önderliği veya savaş komutasını gerçek anlamda taşıyacak kişiliklerdir. Bunlardan askeri anlamda kişilikler de çıkabilir. Fakat henüz bu durum oluşmuş değildir. Tabii bunun dışında askeri komutanlar vardır.
Burada çıkarılması gereken sonuç şudur: Siyasal önderlik, Kürdistan’da çıkabilecek diğer bütün önderlikler açısından oldukça önemlidir. Bu açıdan da PKK önderliğinin önemini anlamak gerekiyor. Burada siyasal önderliğin bütün diğer alanlarda da gelişmenin yolunu açtığını görmek gerekir. Siyaset alanı ve siyasal önderlik olmasaydı Kürdistan’da bütün bu alanların açılması zaten mümkün olmazdı. Kürdistan koşulları diğer ülkelerin koşullarına benzemiyor. Benzemediği için de diğer önderlikler ortaya çıkmıyor. Fakat Parti Önderliği, siyasal önderliği hakkıyla doldurunca, diğer sahaların geniş anlamda gelişme sağlamaları mümkün olmuştur. Hatta tarih alanında da Parti Önderliği’nin çözümlemeleri söz konusudur. Sanat ve edebiyatla ilgili ön açmalar vardır. Askeri alanda, askeri kişiliklerin oluşması için, diğer bütün önderliklerin gelişmesi için ön açıcı çabalar sergileniyor. Fakat tüm bunların sunulmuş olmasına rağmen, henüz bunlara cevap verilmiş değildir. Parti Önderliği de bu tür önderliklerin oluşmasının yoğun arayışları, yoğun çabaları içindedir.
Devam Edecek…