Kürt Halk Önderi’nin Ekim 1987 çözümlemelerinden derlenmiştir.
Vatanseverlik hareketi, günlük yaşamımızın ayrılmaz bir parçası olarak geliştirilmesi gereken bir harekettir. Her ne kadar yurtdışındaki halkımız vatansızlığın acımasızlığı altında derin bir bilinçsizliği ve duyarsızlığı yaşıyorsa da bizim yurtseverlik hareketimiz onları köklü yurtseverlik bilincine yeniden sevk edebilir ve etmelidir. Avrupa yaşamı bir kişiyi sonsuz çekerse, hele bir de Parti adına bu yapılırsa, bu bir Partili ve yurtsever değil, bir karşı devrimci olur. Sömürgeciliği, emperyalizmi böyle ele alan kendini yitirmiştir. Onun atılım gücü zayıfsa, sömürgeciliğe yaklaşımındaki eksikliklere bağlamalısınız. Yine yaşamı yurtseverleştirmedeki eksikliğine bağlamalısınız. Bu eksiklikleri giderdiğiniz oranda büyüyebilirsiniz. Büyük insan olmak istiyorsanız, işte büyümenin yolları, yöntemleri bunlar. Bunlara ulaşmak zormuş! Büyük adam olmak ve militanlaşmak isteyen bir kişi için başarılamayacak bir iş değildir.
Bizde fazla derin olmayan yurtseverlik olayına da değinmeyi yararlı buluyoruz. Uzun zamandır yurtdışında bulunuyorum. Benden daha uzun süre dışarda kalanlar da var. Sosyalist ülkeler dâhil, güçlü bir vatan sevgisine dayanmayan bir kişi bence kendini kaybetmiş bir tiptir. Vatanı dışında çok rahat bir yer bulup yaşamanın bir yurtsever için hiçbir değeri yoktur. Vatanını kaybeden; bir vatan, bir toprak parçası üzerinde özgür yaşamayı elinden kaçıran kişi hiçbir ekonomik, kültürel, sanatsal, siyasal, sosyal ve ulusal gelişme imkânını bulamaz. Belki bir Yahudi, Ermeni, Filistin toplulukları gibi bol olanaklarla yaşanabilir. Ama bin yıllık mülteci yaşamı eğer sağlam bir toprak parçasına kavuşmamışsa acıları dinmez. Çok gariban ve hep problemli yaşanır.
Bizde vatanseverlik yeni yeni gelişiyor. TC’nin üzerimizde gerçekleştirdiği vatanseverlik Türkiye tutkusudur, Türkiye sevgisidir. Türkiye sevgisinin, Türkiye yurtseverliğinin Türkiye halkı için bir değeri olabilir. Biz de buna saygıyla bakabiliriz. Ama eğer Türkiye yurtseverliği eşittir Kürdistan yurtseverliği deniliyorsa biz bunda müthiş bir yabancılık ve vatansızlık, dolayısıyla her türlü değerlerden kopuşu görürüz.
Ancak şimdi siyasette karşı çıkıyoruz ve bir direnmeyle buna karşı cevap veriyoruz. Uzun bir süre sonunda bunların yerine yavaş yavaş Kürdistan yurtseverliği gelişecek. Kürdistan yurtseverliğinin gelişimi, bir defa çok güçlü bir tarih bilincine, sağlam bir coğrafya bilgisine ve halkımızın yaşamına derin bir ilgiye dayanmalıdır. Ve burayı özgür bir vatan yapmak, burada bir halkın kendi kaderine egemen kılınması biçiminde anlaşılmalıdır. Burada tarih var, bir yığın gözyaşı var, halkın muazzam gelenekleri var. Hatta biz buraya insanlığın beşiği dedik. Tarih, böyle ortaya koyuyor.
İnsanlarımıza, sömürgeci politikanın vahşetiyle ve adeta vatansızlaştırarak karşılık veriyorlar. Veya politikanın sonucu bu oluyor. Yaygın bir göç politikası dayatılıyor. Biliyorsunuz eskiden cebirendi, şimdi ekonomik nedenledir. İnsanımızı aç bırakıyorlar. Yani ülkede yüz bin kişiyi en alt sınırlarda yaşatacak kadar imkân bırakıyorlar. Böyle olunca da onun üzerine çıkan insanlarımız doğal olarak kaçacaktır. Dersim, Hakkâri böyledir. Orada ne kadar insan ürerse üresin mutlaka dışarıya kaçacaktır. Çünkü sömürgecilik orada yaşamı yüz elli bin kişiyle sınırlandırmıştır. Bu çok ince ve vahşi bir sömürgeci politikadır. Ekonomik, sosyal ve her bakımdan öyle bir mekanizma yaratmış ki, burada fazla insanın yaşamasına olanak tanımıyor. Kürdistan’ın genelinde bu politika uygulanıyor. Sonuç; Ortadoğu’ya, Avrupa’ya, Batı Anadolu’ya yoğun bir akış. Bu ne demektir? Bu bir vatansızlaştırma hareketine kurban gitme demektir. Vatanı bu kadar kolay terk eden, onun üzerinde üretimi, sosyalleşmeyi ve ulusallaşmayı yaşamaktan vazgeçenler aslında birçok şeyini yitirmiş demektir. Onlarca yıl çalışır, zor bela maddi bir yaşam temin eder. Yine de geçim sıkıntısı, rezalet, kepazelik alır başını gider.
Bilindiği gibi, yurtdışında yabancılara karşı ırkçılık ve yabancı düşmanlığı gelişiyor. Ama geçmişteki konumumuzla yarın daha da kötü durumların başımıza gelmesini kendimiz hazırlamış olduk. Hiçbir halk kendi ülkesinde bile, özgür üretim gelişmeden, sosyalleşmeden, sınıflaşmadan mutluluk bulamaz. Bireysel, ailesel kurtuluş hikâyedir. Nitekim bugün Suudi’de, Libya’da, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde ve hatta Türkiye’de yaşayanlar buralarda nasıl hor görüldüklerini, nasıl eşitsizliğe uğradıklarını ve haksızlıklara katlandıklarını ha bire anlatıyorlar. Bunun yanı sıra bir yığın başka sorunları var. Demek ki, vatanseverlik hareketi, günlük yaşamımızın ayrılmaz bir parçası olarak geliştirilmesi gereken bir harekettir. Her ne kadar yurtdışındaki halkımız vatansızlığın acımasızlığı altında derin bir bilinçsizliği ve duyarsızlığı yaşıyorsa da bizim yurtseverlik hareketimiz onları köklü yurtseverlik bilincine yeniden sevk edebilir ve etmelidir. Demek ki yurtseverliğin önemli bir boyutu da budur ve böyle ele alınıp geliştirilmelidir.
Tarihi sevmeden yurtsever olunamaz
Biz ülkemize bir coğrafya olarak bile bakmasını bilmiyoruz. Hangi güzellikleri var; merak etmiyor, ilgi göstermiyoruz. Buralarda bakıyorsunuz küçük bir suyun kenarında bir bahçe, bir park kurulmuş. Bu bize mutluluk veriyor. Ama bizde o kadar doğal güzellikler var ki, bir aylık bir imar hareketi ardından dünyayı çekebilecek güzelliklerle doludur. Ama biz bakmasını bile bilmiyoruz. Birçok arkadaş ülkeyi boydan boya dolaşıyor, bir tek güzellikten bile bahsedemiyor. Bu ülkemizin doğal yapısına ne kadar yabancı olduğumuzu gösterir. Ki, bu da yurtseverliğimizin ne kadar sınırlı olduğunu gösterir. Ülkemizin tabiatına sağlıklı olmayan, dar, hatta inkârcı yaklaşımın ne kadar yurtsever tutkularımızı zayıflattığını bundan daha açık ne ortaya koyabilir? Arkadaşlar o kadar yer dolaşmış ve manzara görmüş ama bu konuda bir gözlem bile yapmıyor, bir hikâye bile yazamıyor. Hâlbuki düşmanın birçok yazar-çizeri, Hakkâri’ye gidiyorlar, yaşamımızı film yapıyorlar; şiir, roman yazıyorlar. Bizim arkadaşlar gidiyorlar ama bir tek güzellikten bile bahsetmiyorlar. Ama inanıyorum ki, çok büyük güzellik değerleri; coğrafyanın en güzeli, hatta Ortadoğu’nun en güzel coğrafyası orada. Eğer biraz özgürleşir ve yeniden bir imar hareketine uğrarsa, bütün Ortadoğu’yu çekecek güzelliklere sahiptir. Her bir ırmak ve su kenarı, vadisi Avrupa’da gördüğümüz gibi villalarla bezenebilir. Birçok yer doğal park zaten. Tarihi zenginlikler de hakeza aynı.
Burada yüzlerce kavim bir kültür yaratmış, bunlar yoğunlaşa yoğunlaşa bugün halkımızda çok geri düzeylerde de olsa ifadesini buluyor. Ama tarihi sevmeden yurtsever olunamaz. Tarihin buradaki alınyazısı nasıl çizilmiş; halklar burada nasıl yaşamışlar; hangi kültürler gelişmiş; bize kadar bunlar nasıl ulaşmış; krallar, tanrılar, köleler, paryalar burada nasıl mücadele vermiş ve burada sanat nasıl gelişmiş? Bu soruları sormayan, bunları bilmeyen, yüreğinde duymayan; ruhuna nakşetmeyen kişi elbette ki, bugünkü gibi çok dar, tarihten kopuk, doğal güzelliklerini duymaktan uzak olur. Yine yurtdışında yabancı kalmanın acısını duymadan yaşayan; dar, burnunun ötesini göremeyen; ruhsuz, bir iki genel doğmayı ezberlemekten öteye gitmeyen, rahatlıkla kaçabilecek, terk edebilecek sahte bir devrimci olup çıkar. Yaşam dediğimiz şey; bir yuvaya köstebek gibi sığınıp günlük üretimi sürdürmek ise, bundan büyük adam çıkması şurada kalsın sıradan bir yaşantı bile çıkmaz. Dolayısıyla yurtsever yaşantının kaynağı bu olamaz.
Haksızlık ettiğimiz söylenebilir. Eğer öyleyse niye sanatçılarımız çıkmıyor, niye edebiyatçılarımız çıkmıyor? Hangileri vatan için ne kadar düşünce, ne kadar pratik sergiliyor? Vatanseverliği besleyecek tarihi kaynağı, geçmişi konusunda ne kadar bilinçlidir? Birçoğumuz coğrafya konusunda bilinçlilik şurada kalsın, Kürdistan’ı Türkiye’nin ayrılmaz bir parçası olarak görürüz ve ona Türk milliyetçiliğinin gözlükleriyle bakarız. Elbette bu bizde yurt sevgisini geliştiremez. Hatta geriletir. Çünkü TC ha bire, “Doğu mahrumiyet bölgesidir, böyle çirkindir, yaşanamaz” vb. edebiyatı yapıyor. Eğer biz de bunu paylaşırsak ihanet etmiş oluruz. Zaten bu yüzden toprak için ölme değil, daha çok kaçma var. Nitekim “Toprağımızdan ölsek de ayrılmayız” değil, “Vay bize bir iş bulana bin kurban, şükran” der, fırlar kaçarız. Aslında kaçışın ihanet olduğunu söyleriz ama bu tür kaçış da öyle anlı şanlı bir kaçış değildir; ekonomik nedeni de olsa, onursuz bir kaçıştır. Evet, mecburiyet karşısındadır ve başka çare yoktur ama en azından şu söylenmelidir: “Bizi bu duruma getirenlerden müthiş hesap sormak gerekir.” Hiç olmazsa böyle karşılık verildiğinde bu kaçış direnişe dönüştürülebilir. Ve böyle olmalıdır da. Tarihten kaçmak doğru değildir. Ağır bir tarihi bilinçsizlik bizi kör yapar ve gelecek konusunda bizi çok iddiasız yapar. Aynı şeyi çağ için de söyleyebiliriz.
Hareketimizin özgür bir vatan yaratmanın anası olduğu bilinciyle hareket etmekteyiz
Çağdaş halkların gelişmelerini bütün boyutlarıyla görmeden, değerlendirmeden halkımızın çağdaşlaşma gereğini duyamayız; herkesi kendimiz gibi sanırız, bu da bizde ilerletme, yükseltme tutkusu yaratmaz. Peki, ne yaratır? Bizi çağdaş halklar seviyesine yükselme iddiasından vaz geçirtir ve bu da yurtseverliği zayıflatır. Demek ki çağdaşlık bilinci, yurtseverlik bilincinin ayrılmaz bir parçasıdır. Çağ bilincini geliştiren ve aynı zamanda yurtsever olan bir insan diğer dünya halklarının gelişimine hayranlık duyar, saygıyla bakar ama onlara boyun eğmez. Ve elbette onları reddetmez, onlardan neler alabileceğini ve onlara neler katabileceğini düşünerek yaklaşır. Yurtseverlik daha değişik yaklaşımlarla da beslenebilir ve beslenmelidir.
Orada çok sağlam bir ekonomik yapı kurulabilir, orada çok gelişmiş mimari yapılar ortaya çıkarılabilir, orada her türlü sanat, spor geliştirilebilir. Bunlar zaten açıktır. Eğer gelişme bu biçimdeyse çağımızda her yerde inşa gerçekleşebilir. Eğer biz de böyle anlıyorsak, o zaman yurtseverliğin önemli bir yanı da vatan toprakları üzerinde ekonomiyi inşa etmek, bu temelde de üst yapıyı inşa etmektir. Demek ki, inşa hareketi güçlü bir yurtseverlikle mümkündür.
Bütün bunlardan çıkarmamız gereken sonuç şu: Yurtseverlik olgusuna kapsamlı yaklaşılmalıdır. Bu konuda yukarıda bir çerçeve çizdik ve birkaç faktörü belirledik. Bunları daha da geliştirip hakkını vererek yurtsever olmayı bilmek gerekir.
Bugünkü durum şudur: Kürdistan, herkesin “Harabedir, viranedir, karın doyurmuyor, gelişme vaat etmiyor. Ancak televizyon ile bağlantılı olarak gelişebilir. Biz de memurluk yapabiliriz, maaş alabiliriz” dediği bir alandır. Ama hayır! Biz bütün bunlara karşı düşmanız. Yurtseverlik hareketimiz özünde bütün bu yaklaşımların reddidir. Özgür bir vatan yaratmanın, bütün gelişmenin anası olduğu bilinciyle hareket etmekteyiz. Ve bugün ne kadar sınırlı adım atarsak atalım, bu attığımız ilk yurtseverlik adımı, yarın bu topraklarda insanlığın çok soylu bir ailesini çıkarmaya kadar gidecektir. Geçmiş tarih, ülkemizin güçlü kültürüne tanıklık etmektedir. Sayısız halkların oluşumuna, güçlenerek gelişimine tanıklık etmektedir. O halde niye bundan sonrası için de bu olmasın? Mezopotamya, özellikle insanlığın, uygarlığın beşiği olduğuna göre, günümüzde niye harabe gözüyle bakılsın? Düşman bile bugün GAP’ı geliştirerek büyük bir tutkuyla ve azgın bir sömürgeci iştahla bakarken, biz niye burayı büyük bir vatanseverlik hareketinin kuruluş zeminine dönüştürmeyelim? Yalnız bu duygu bile kırk türlü ulusal kurtuluş savaşını göze almayı mümkün kılar. Bir tarihi kurtarmak, bu coğrafya parçalarını kurtarmak, Mezopotamya ovasında özgün bir sosyalist ekonomi inşa etmek, bir halkı özgürce kaderini çizer kılmak, en zor savaşımları göze almaya ve başarıya götürmeye yeterli bir nedendir.
Yitirilen insanlığı yine bu topraklarda kazanabilir ve onurlu bir saygınlığı elde edebiliriz
O halde bütün bunlara dar bir köylünün, bir garibanın gözüyle değil; bir ülkenin sahibi olmanın büyüklüğünü duyarak, vazgeçilmezliğini yaşayarak yaklaşır, bunu bütün örgütsel ve eylemsel faaliyetlerimize yansıtmasını bilirsek burayı düşmana daraltabilir ve bizim için önemli bir yaşam alanı haline çevirebiliriz. Bizde yüzyıllardan beri yitirilen insanlığı da güçlü bir biçimde yine bu topraklarda kazanabilir ve onurlu bir saygınlığı elde edebiliriz. Çok iyi bildiğiniz bu konulara bence daha kapsamlı yaklaşmak; incelemelerimizi, araştırmalarımızı yurtseverlik temelinde geliştirmek; coğrafi bilincimizi yeniden gözden geçirmek ve tarih bilincimizi yetkinleştirmek gerekmektedir.
Yurt dışındaki emekçilerin sorunlarına da bu açıdan yaklaşmak; ülkemizde ekonomik, sosyal vb. açıdan yeniden kuruluşu bu yurtseverlik bilinciyle ele almak, sizi hayli güçlü ve mutlu kılar. Aynı zamanda duygularınızı güçlendirip ayağa kaldırarak, yeniden ülkeyi zapt etmek ve işgalcilerden adeta söküp almak için büyük bir atılımcı haline getirebilir. Atılım deyip duruyoruz. Atılımcı olmak için önce büyük bir tutkuyla yüce amaçlara bağlanmak, büyük bir yaşantıya ulaşmak için bir vatana sahip olmak, burada özgür bir toplumu kurmak ve bütün bunları her türlü gelişmenin temeli olarak görmek zorundayız. Eğer biz bu duygu ve bilinçle doluysak atılımcı oluruz. Ama iddianız yoksa halen empoze edilen, “Harabedir, viranedir, kaç buradan! Karın doyurmuyor, geridir, kaç! Kültür yok, mahrumiyet bölgesidir, kaç! Zorbalık, baskı, sömürü zeminidir, kaç buradan” anlayışını taşıyorsanız, sizi öldürseler bile ülkeye yönelmezsiniz. “Yaşam Avrupa’dadır, yaşam sömürgecilerin maaşındadır, onların devlet dairelerindedir” dersiniz. Açık ki böyle diyenin eylemi, atılımcılığı çok sınırlı olur. Çünkü onun bir ayağı, bir gözü hep işbirlikçilikte ve uşaklıktadır. Belki bir parça ekmek verirler ona ama bunda yurtseverlik yoktur, ajanlık vardır. Dolayısıyla bu tip anlayışların yaratacağı şey, atılımcılık ve atılım değil, geriye çeken ayak bağı ve teslimiyettir. Küçük memurlar her aybaşı bir maaş beklerler, öldürsen bunu eyleme sürebilir misin? O maaşla aileyi besler, o maaşa tapınmıştır. Öldürsen kopartamazsın.
Avrupa yaşamı bir kişiyi sonsuz çekerse, hele bir de Parti adına bu yapılırsa, bu bir Partili ve yurtsever değil, bir karşı devrimci olur. Sömürgeciliği, emperyalizmi böyle ele alan kendini yitirmiştir. Onun atılım gücü zayıfsa, sömürgeciliğe yaklaşımındaki eksikliklere bağlamalısınız. Yine yaşamı yurtseverleştirmedeki eksikliğine bağlamalısınız. Bu eksiklikleri giderdiğiniz oranda büyüyebilirsiniz. Büyük insan olmak istiyorsanız, işte büyümenin yolları, yöntemleri bunlar. Bunlara ulaşmak zormuş! Büyük adam olmak ve militanlaşmak isteyen bir kişi için başarılamayacak bir iş değildir.
Tarihin önemli davaları kanla çözümlenmiştir. Büyük vatanseverlik olgusu da çok büyük bir mücadeleyle çözümlenir. Bunda her şey vardır. Kan da vardır, tutku da, öfke de vardır ama ruhsuzluk yoktur. Burada bilinç ve tutku öyle iç içe geçmiştir ki; keskin bilinç, keskin irade ve keskin duygu kişide bir top gibi, bir gülle gibi yoğunlaşmıştır ve öyle saklı durur. Tarihin bize öğrettiği gerçekler bu iken, biz kendi kendimizi nasıl aldatabiliriz? Tarih bilincinden çıkarılacak tek doğru devrimci sonuç bu iken, biz nasıl temel vatanseverlik olayından, demokratik savaşımdan uzak durabiliriz?
Özellikle sömürgeci TC’nin uygulamaları en çok da bu çağda bizi temel vatanseverlik olgusundan uzaklaştırmış ve çok çok düşürmüştür. O halde buna karşı duyulacak tepkinin ölçüsü bizim eylemimizi belirler. Mademki TC yıkıcılıkta sınır tanımamıştır, biz de ona karşı yıkıcılıkta ve dağıtıcılıkta sınır tanımayız. Mademki o düşürmede sınır tanımamış, biz de yükselmede sınır tanımayız. Mademki o iradeyi felç etmiştir, biz iradeyi keskinleştireceğiz.
Doğru devrimci bir siyasetin olmadığı yerde sanat da gelişmez
Bu özelliklerle yurtseverlik mücadelemize yaklaşırsak sanat nasıl gelişir? Duygular nasıl gelişir? Bunlar nasıl siyasallaşır? Geri duygular nasıl anlaşır ve doğrusu nasıl uygulanır?
Bizde bunun ilk temelleri atılmış, örgütsel ve siyasal çerçevesi çizilmiştir. Ama henüz somut bir kişilik olarak bunu yoğunca yaşamak o kadar gerçekleşmiş değildir. Genel çerçeveyi, genel bilgilenmeyi somut yaşam olarak almayalım. Yani kıkırdak bağlamayı kemikleşme olarak kabul etmeyelim. Hatta biraz ses vermeyi büyük bir nara olarak görmeyelim. Bunlar bizde henüz ilk adımları atılan hususlardır. Gerek eylemlerimiz ve gerekse örgütlerimiz henüz ilk adımlardır. Bazılarımız bunu somutlaşmış olarak görüyor. Hayır, yüzyıllara sığması gereken çok büyük bir eylemliliğin; büyük bir toplumsal altüst oluşun temelini hazırlıyoruz. Bunda biz hiç tutucu değiliz. Sonunu görür müyüz görmez miyiz bizim için önemli değildir. En coşkulu dönem budur zaten. Günümüzde sosyalist ülkelerde bile devrim neredeyse sönmüş durumda. Normal sosyalist yaşantı sürdürülüyor. Büyük coşku devrim yıllarındaydı. Büyük inşa faaliyetleri devrimin hemen arkasından gelir. O halde en büyük coşkuyu ve tutkuyu tam da şu anda geliştirebiliriz. Büyük örgütçüler, ordu kurmayları ve sanatkârlar bu dönemde ortaya çıkabilir.
İşte bunun için diyoruz ki; sığınabileceğimiz ve çözümleyebileceğimiz değerler iyi incelenip bulunmalı. Ve artık bunu bilmekten de öteye ruhunuzda duyarak yaşarsanız ve kişiliğinizde yoğunca somutlaştırırsanız, kendinizi tanıyamayacak kadar büyüdüğünüzü görürsünüz. Kendimde ben bunu kısmen gerçekleştiriyorum. Bu kadar ağır koşullarda olmama rağmen, bu biçimde yaşamı mümkün kıldım. Sanıyorum sizler bu gelişmiş çerçevenin de yardımıyla kat be kat fazlasını yaşayabilirsiniz. Hele özgül konumlarınız bunu çok daha güçlü bir biçimde yaşamaya imkân veriyor. Kısaca, yurtseverlik de dâhil olmak üzere, siyasal görevler konusunda, askeri konularda, kültür-sanat konularında kapsamlı yaşamayı bilmeliyiz. Her şeye anlamını derinden vermeyi bilmeliyiz. Unutmayalım ki, bundan sonra sanat da bu konuda bir hizmet yerine getirdiği oranda anlam bulabilir. Yani devrimci siyaset, devrimci yurtseverlik politikası, örgütlenmesi, eylemliliği gibi devrimin sanatı da her biçimiyle gelişecek. Nedir bu biçimler? Edebiyat, müzik, folklor vb. her konu devrime hizmet edecektir. Kendi temellerini de ulusal kurtuluşta görecektir. Bu ulusal kurtuluşu kolaylaştıracak, hızlandıracak ve örgütlenmesine katkı yapacaktır.
Sanat, katı yaşam gerçekliğini daha yaşanılır kılmak için insanların hayallerini çalıştırmasının ürünüdür. Yani insanlar, katı doğa ve toplumsal yaşam kuralları karşısında bunalmayı önlemek, yaşamı daha anlamlı, güzel ve iyi kılmak için sanat olayına yönelmişler; sanatı icat etmişlerdir. Bu nedenle sanat toplumun doğuşu kadar eskidir. Ve toplumun doğuşu biraz da sanatsaldır. Yani her zaman gerçek ile hayal iç içedir. Hayal hep sanatı besler, hayal her zaman gerçeğin katılığını telafi etmek için kullanılmıştır. Gerçeğin dayatmaları nedir? Genel olarak doğa ve toplum gerçekleridir. Hep bunun ağır baskısını hafifletmek için insanı yüceltme hareketidir. Gerçi sanatın da gericisi ve tutucusu olur ama bu da dönemlere göre böyledir. Fakat asıl ilerlemeyi sağlayan sanat bu niteliktedir. Hepsi yaşamı kolaylaştırmanın ve geliştirmenin araçlarıdır.
Ulusal kurtuluş sürecine girdiğimize göre, artık burada da bütünüyle sanat faaliyetini yaratmaya başlayabiliriz. Yani hayallerimizden tutalım güzel seslerimize, resim yapmadan tutalım güzel hikâyeler, romanlar yazmaya kadar hepsine bu çerçevede yaklaşabiliriz. Bizde bu konular çok güdük bırakılmıştır. Neden? Çünkü doğru devrimci bir siyasetin olmadığı yerde sanat da gelişmez. Sömürgeci sanatın egemenliği söz konusu olur. Sömürgeci sanatın eleştirisi, devrimci siyasetin sömürgeci siyaseti eleştirisiyle başlar. Bununla büyür, gelişir ve rolünü oynamaya başlar. Bu konuda sanatın geliştirilmesi nasıl olur? Doğru devrimci sanatın gelişimi nedir? Güçlü bir biçimde kavranmazsa siyaset üstü bir sanat, devrimci siyasetle uyumlu olmayan bir sanat olur. O zaman devrimci sanatın gelişiminden bahsetmek mümkün olmaz.
Güzel bakış, güzel hitabet, güzel yazı devrimin ayrılmaz bir parçasıdır
Bugün Kürdistan adına yürütülen birçok sanat var. Bunlar aslında sanat alanında sömürgeciliğin geliştirilmesidir. Müzik alanında bu had safhadadır. Sinemada son derece yabancılaşmayı yaşıyoruz. Kürt halkının özellikleri, folkloru, tipi vb. TC’nin pazarlaması sürecine alınmıştır. Bunun da devrimci siyaset temelinde ele alınması, eleştirisinin yapılması, halk sanatından, halkın devrimci sanatına yönelmesi ve iç içe örülerek geliştirilmesi; bu konuda kendisine güvenenlerin kendilerini yaratıcı kılması, devrimci militanlığın diğer bir özelliğidir. Birkaç kişiye özgü sanat değil, bütün devrimci militanlarda devrimci sanat anlayışı olmalıdır. Sanat gözlüğüyle de devrime bakmasını bilmelidir. Kaba, ilkel, duyarsız değil; sanatkârın inceliği ile devrime bakmasını bilmelidir. İşte bir ressam doğaya, müzikten anlayan birisi seslere, bir edebiyatçı toplumsal yaşama nasıl bakıyorsa, bir devrimci de böyle bakmasını bilmelidir. Böyle bakmayanlar kaba sabalıktan, üslupsuzluktan kurtulamazlar. Güzel bakış, güzel hitabet, güzel yazı devrimin ayrılmaz bir parçasıdır.
Devrimci mücadelemiz bu konuda gereken açımlamayı yapıyor. Militanlar buna da öncülük etmek durumundadır. Bizde devrimle sanat, devrimci siyasetle sanat birbirlerini sürekli beslemek durumundadır. Bu iki temel toplumsal olgu birbiriyle sanatkârca iç içe geçmek durumundadır. Devrim sanatı mümkün kılar veya ona ortamı, çerçeveyi açar. Sanat da devrimi biraz daha güzelleştirir, inceltir. Daha iyi benimsenmesini, özümsenmesini, özellikle de milyonlara aktarılmasını imkân dâhiline sokar. Bunlar birbirlerine bu kadar bağlı olduğu halde şematik ve doğmatik yaklaşımlar fazla yaratıcılığa yol açmıyor. Bu konuda militanca yaklaşımın zayıflıkları şematizme düşülmesine neden oluyor. Bunun nasıl bir kısırlaşmaya yol açtığı ortadadır. Sanatı sadece sanat olarak kendi içinde değil, bütün devrimci yaşamın alanlarında görmek, göstermek gerekir. Evet, imkânların yokluğundan ağır siyasi, askeri sorunları çözenler büyük ozan veya edebiyatçı olamazlar ama ondan da nasiplerini almamazlık edemezler. İyi ve yüce duygulara yol açmak için sanattan nasiplenmek gerekir. Çünkü iyi ve yüce duygular sanatın körüklediği bir olaydır. Birbiriyle sıkı sıkıya ilişkisi vardır. Dolayısıyla bunları böyle iç içe görmek gerekiyor.
Kaba, ilkel ve sömürgeciliğin egemenliği altında şekillenen sanat yerine ulusal kurtuluşa yönelen, ondan destek alan ve devrimcileşen sanata doğru bir açılım yapmak; onunla kurtuluş mücadelesini beslemek diğer bir önemli devrimci görevimizdir. Bu konuda da yeterli hassasiyet ve duyarlılık gösterilmeli, mevcut ilkellik aşılmalıdır. Bazıları bu konuya özel olarak öncülük de edebilir. Partiyi bu konuda besleyebilir, Parti sanatına doğru adımları atabilirler. Her militan kendi mücadele sahasında sanat ürünleri biriktirip Partinin emrine sunabilir ve bu birikimlerden daha gelişmiş bir yaklaşıma ulaşılabilir.
Gidilen yerlerde görülen birçok şeye biraz sanatçı gözüyle bakmalıyız. Bir edebiyatçı gibi bakmalıyız. Birçok sesi, birçok manzarayı fotoğrafla, bantla, yazıyla toplamalıyız ve daha sonra bunları birleştirmeliyiz. Çünkü sömürgecilik bu alanda büyük tahribat ve tahrifat geliştiriyor. Ne kadarını kurtarırsak geleceğe bu kadar teslim etmiş oluruz. Bu da bir görevdir.
Bu konuda da eksikliklerimizi gidermeliyiz. Bir devrimcinin aynı zamanda sanattan da nasibini alan, onun sorunlarını bilen ve gücü oranında çözümüne katılan bir kişi olduğunu unutmamalıyız. Ve eğer yapabileceğimiz bir şey varsa her koşul altında onu yerine getirmeliyiz. Eğer bir militan bunu yapıyorsa, bu onun biraz daha yetkin bir militan olduğu anlamına gelir.