ÖNDERLİK GERÇEĞİ VE UYGULAMA ESASLARI -1-

Serxwebûn Arşivi'nden - Haziran 1994

tarafından Özgür Basın Arşivi

Dizi halinde yayınlanmaya başladığımız bu yazı, Önderlik sahası Merkezi Eğitim Okulu’nda “Önderlik Sorunu” üzerine verilen derslerden hazırlanmıştır. Konuşma dilini koruyarak bazı düzeltmelerle birlikte bölümler halinde yayınlıyoruz.

 

Şüphesiz bu konu sadece bir bilgilendirme olmayacaktır. Nitekim herkesi yakından ilgilendiren bir olgudur. Genelde bütün halklara veya sınıflara baktığımızda iktidar savaşı veren bütün güçler açısından önderlik olayı ciddi bir sorundur. Özellikle bugün Kürdistan’da iktidar sorunu yaşanırken, bizim önderlik gerçeğine ve tarzına nasıl yaklaşmamız gerektiği de çok önemlidir. Bir ölçüde savaşın kazanılması veya savaşın iktidarla sonuçlandırılması, yine düşündüğümüz yeni bir toplumun kurulması da temel olarak buna bağlıdır. Bizim de ciddi sorunlarımız var. Yani önderlik gerçeği ve tarzını işlerken taktik önderlik veya öncülük düzeyinde ciddi sorunlarımız söz konusudur. Bu açıdan da önderlik gerçeği ve tarzına yaklaşımımızı bir kez daha burada işlerken; bu sorunu açığa kavuşturmak gerektiği gibi, bunu nasıl uygulamamız gerektiği sorunu da vardır.

 

Genelde tarihe baktığımızda büyük savaşların sonuçları (sınıflar ve halklar açısından), bu savaşlarda çıkarılan önderliklerin yaşamına ve onlara kazandıran veya kaybettiren tarzına bağlıdır. Bu açıdan Kürdistan’da eskiden beri birçok mücadele verilmiştir. Kürdistan halkı da fırsat buldukça ayaklanmıştır. Fakat Kürdistan halkının kaybettiği alan hep önderlik alanı olmuştur. Yani önderlik gerçeğine yaklaşmaması ve önderlik tarzını uygulamaması Kürt halkının uzun bir kölelik sürecini yaşamasına da yol açmıştır.

 

Diğer yandan PKK tarihi, tasfiyeciliğe karşı mücadele tarihi ve Kürdistan tarihi işleniyor. Bunları dikkate alırsak PKK önderlik gerçeğinin ve tarzının, gerçekte PKK tarihiyle iç içe geçtiğini veya bir bakıma PKK önderlik gerçeğinin PKK tarihinin aynası veya onun tayin edici gücü olduğunu da görmemiz mümkündür.

 

İşte önderlik olayı, çok ciddi olarak önümüzde durmaktadır. Her alanda PKK kadroları veya PKK’lileşmek isteyenler açısından önderlik gerçeği ve önderlik tarzını uygulamak, gerçekten bunu bir sanat olarak hayata geçirmek bakımından ciddi sınavlar herkesi beklemektedir. Şunu yakalamak zor değil: PKK önderlik gerçeği veya Parti Önderliği, PKK tarihinde bugüne kadarki tarihi dönemeçlerde, bütün kritik anlarda gerçekten partiye yol göstermek ve ana hedeflerini belirlemek, partiyi birçok iç ve dış tehlikeden korumak ve ayakta tutmak konusunda kazandıran bir tarz olduğu ortaya çıkmıştır. Bu bir dizi pratikle de kanıtlanmıştır. Fakat buna rağmen zorlanılan noktalar vardır.

 

Bir önderlik olayı sadece önderlik konumuyla alınamaz. Önderlik olayı aynı zamanda önderlik konumuyla birlikte onun taktik önderliğinin her anlamda hayata geçirilmesidir. Bunun siyasal ve ideolojik liderliği kadar, ekonomik, askeri, sanatsal liderliğinin de gerçekleşmesine bağlıdır. Özellikle taktik önderlik alanında gerçekten stratejik önderliği tamamlayabilecek veya bunu adım adım uygulamaya geçirebilecek taktik önderlerin yetişmesi de şarttır. Bu da parti öncülüğünün gerçekleşmesi ve pratikte uygulanmasıdır.

 

Bu konuda bizim ciddi sorunlarımız var veya bu konuda önderlik gerçeğine ve tarzına çok yanlış yaklaşımlar söz konusudur. Bu tarzın ve gerçeğin ortaya çıkardığı pratiği ve kazanımları tecrübe edinmenin veya onları kendi kişiliğimizde somutlaştırmanın yanında, bir dizi yanlış yaklaşımlar ve bu alanda ortaya çıkan birtakım sorunlar söz konusudur. Elbette bir Parti Önderliği veya bir liderlik savaşı tek başına kazanacak durumda değildir. Tarihe baktığımızda bütün halkların önderliğini tamamlayan, yürüten onların usta uygulayıcıları olmuştur.

 

Bu konuya geçmişten giriş yapacağız. Dünyada önderliklerin nasıl ortaya çıktığının kısa özetini yapacağız. Hem de genel olarak Kürdistan’da PKK önderliği nasıl ortaya çıktı; kadroların ve taktik önderliğin önderlik sahasında yaptıkları nedir, ne değildir; bunlara değineceğiz. Parti önderlik kurumunun Kürdistan ve dünya devrimleri açısından oynadığı rolün ne olduğunu anlatmaya çalışacağız. Aynı zamanda kadroların taktik önderlik sahasında nasıl karşılık verdikleri anlatılacak. Herkesin kendisini bu bağlamda sınaması gerekir.

 

Sorun, Parti Önderliğinin şöyle yaptığını, böyle yaptığını anlatmak ve sadece ne kadar büyük olduğunu belirtmekle açıklanamaz. Önderlik gerçeği ve tarzının özü ve onu yansıtan estetik biçim verilmeye çalışılacak.

 

Parti Önderliğini izlemek, önderlik gerçeğini garantiye almak, etrafında büyük ve delinmez bir zırh oluşturmak, taktik önderliğin çabası ve yürüyüşüne bağlıdır. İşin bu yanı üzerinde yoğunlaşmak gerektiği açıktır.

 

Tasfiyecilik dersine bakılırsa, oradan çıkaracağımız sonuçlar var: PKK yönetim anlayışına sahip çıkmamak, aynı zamanda PKK, Parti Önderliğini izlememek olduğu kadar, taktik önderlik alanında başka önderliklere veya öncülüklere yer bırakmak anlamına da gelir. Bunlara yer vermemek için doğru önderlik gerçeği ve tarzını esas almak gerekir. Yetmezlikleri yaşamak, özellikle iktidara yürüyen bir güç açısından ciddi sorunlardır. Yani biz çok fedakâr olabiliriz, çok cesur olabiliriz. Yine halkımız mücadeleye büyük bir öfkeyle, büyük bir coşkuyla katılabilir. Hepimizin coşkusu ve öfkesi çok güçlü olabilir. Ama gerçekten önderlik sanatı konusunda kendimizi yetkinleştirmezsek, bu savaşımda büyük boşluklara düşmemiz de söz konusu olabilir. Bu boşluklar nasıl doldurulabilir veya bu boşluklara düşmemek için ne gibi tedbirler geliştirilebilir?

 

Özellikle de düşmanın imha ve ezme siyasetini, tarihte bize yer bırakmama veya “bir karış toprak” bile vermeme politikasını dikkate alırsak, bizim önderlik gerçeğine nasıl cevap vermemiz gerektiği ortaya çıkar. Yine önderlik tarzını taktik önderlikte uygulamak ve bu alanı doldurma temelinde var olan bütün boşlukları kapatmak noktasında önümüze bir yol koymalıyız. Bu açıdan da önderlik gerçeğini, Parti Önderliğini bir kişi şahsında değil, bir kurum somutunda iktidara yürüyen bir güç olarak görmeliyiz. Yine o gücün stratejisinin ve taktiklerinin nasıl uygulanması gerektiği noktasında soruna yaklaşmalıyız. Diğer yandan PKK önderlik gerçeğini işlerken gerçekten şu anda temel alınması gereken konu Parti Önderliği ve tarzıdır.

 

Niye bu konu üzerinde bu kadar çok duruluyor? Kürdistan’da bu olay neyi ifade ediyor? Örneğin bir Hz. İsa’yı düşünelim: İsa birçok şeyi ideolojik olarak ortaya koymuştur. Hıristiyanlığı ideolojik ve felsefik olarak sistemleştirerek ortaya koymuştur. Ancak bunu uygulamaya geçirmeden, yani iktidar, siyaset düzeyine getirmeden hayatını yitirmiştir, ölümle karşılaşmıştır. Veya savaştığı güçlere karşı şehit düşmüştür. Fakat ondan sonra İsa’nın havarilerinin ise, onun iyi birer uygulayıcısı olduklarını görmekteyiz. Onlar pratik düzeyde Hristiyanlığı yaymakla görevlidirler ve bu görevi de yerine getiriyorlar. Bu açıdan biz önderlik gerçeğini öğrenirken, PKK önderliği sadece ideolojik bir önderlik değildir. Siyasal ve stratejik önderlik durumuna ulaşmış ve bu gerçeğini kanıtlamıştır. Dolayısıyla bizim sorunumuz bu önderliği pratikte nasıl uygulayacağımızdadır.

 

İktidar savaşını yürütürken, iktidarı almak, savaşı kazanmak, örgütü kazanmak için bizim hangi sorunlarımız vardır? Önderlik gerçeğini öğrendiğimizde bu sorunlara nasıl cevap vereceğimizi de öğrenmiş olacağız. Yani bu açıdan önderlik gerçeğini öğrenmek, bizim açımızdan uygulama, güç yetirme sorunudur. Bunu anladığımız, kavradığımız oranda uygulama alanında da taktik önderliğe cevap verme durumumuz olabilir. Diğer yandan sorun şöyle de ortaya konulabilir; Parti Önderliği, önderlik gerçeğini işlerken, zaman zaman bu konuda kıyaslama yaparken, “Gerçekten ciddi sorunlarımız olduğunu görüyorum. Arada büyük uçurumlar var” diyor. Stratejik önderlik ile taktik önderlik arasında büyük uçurumlar var. Bunun tarihsel toplumsal nedenleri olduğu kadar, bugün mücadeleye katılım biçimimiz, özellikle iktidara ve önderliğe yaklaşım biçimimiz veya bunu uygulayış tarzımızdaki yetersizlikler, önderlik gerçeği ile aramızdaki farkın çok büyük olmasına da yol açmıştır. Tabii bu kadar ciddi uçurumların olması, bizi önderlik gerçeğini izleme, ona cevap verme noktasında zorlamaktadır.

 

Önderliğin vurguladığı gibi “Ben istiyorum ki sizinle tartışayım, iyi uygulayan komutanlar çıksın. Taktik önderler çıksın. Bu yönetenler içinden bizi de oldukça ileriye götürebilecek kişilikler çıksın.” Bizde bu kişiliklerin olmaması doğal olarak Parti Önderliğini de zorlamaktadır. Veya önderlik gerçeğinin taktik düzeyde uygulanmasında sorunlara daha ciddi, daha değişik boyutlarda yaklaşmasına da yol açmaktadır.

 

Bir de şu açıdan bakalım: İsa’nın havarilerini düşünürsek, 12 kişidirler. Bu 12 kişi soruna cevap verebiliyor. Bunlarla birlikte tabii başka işleyişler de söz konusudur. Ama İsa’nın ideolojik olarak geliştirdiğini temel olarak uygulayan 12 kişinin çıkması, Hristiyanlığın yayılması için yeterli olmuştur. Demek ki, PKK’de taktik önderlik düzeyinde böyle birkaç kişinin güçlü adımla ortaya çıkması, aynı zamanda diğer kadroların, öncülerin harekete geçirilmesine veya taktik önderlik sahasındaki boşluğun doldurulmasına yol açacaktır.

 

Bizim ciddi sorunlarımızdan biri de budur. Bu açıdan PKK tarihi ve tarih bilinci, aynı zamanda PKK önderlik gerçeği ve tarzının da bilinci olmalıdır. PKK tarihine yaklaşırken PKK önderlik gerçeğini de tayin edici bir şekilde bunun içinde görmeliyiz.

 

Bir ölçüde PKK tarihi tabii Parti Önderliğinin gerçeği ve tarzıyla birleşmiştir. Niye birleşmiştir? Özellikle bunun böyle olması bir bakıma zorunludur. Diğer yandan büyük uçurumların olması açısından da, her alanda önderlik geçeği çok şey ifade ediyor. Parti Önderliği şunu belirtiyor: “Düzenin attığı bütün taşlar gelip bana değiyor ve düşman en çok benim üzerimde yoğunlaşıyor, Kürt sorunu APO’nun sorunudur diyor.” Bu da bizim açımızdan ders çıkaracağımız bir durumdur. Başka iktidar savaşlarına bakıldığında o önderleri çevreleyen başka güçlü önderler de söz konusudur. Bu açıdan karşı cepheden gelişen saldırıları onlar belirli ölçülerde sınırlandırabiliyorlar. Baş merkeze, beyne yönelmesini engelleyebiliyorlar. Biz bunu fazla engelleyemiyoruz. Engelleyemediğimiz için doğrudan bütün şimşeklerin, saldırıların yaratılan boşluklar sonucunda Parti Önderliğine yönelmesi söz konusu. Tabii burada temel yetmezlik taktik önderlik düzeyindeki uygulamalardan kaynaklanmaktadır.

 

Bu açıdan da önderlik tarzı ve gerçeğini işlerken; biz ne yaptık, ne yapıyoruz? Gerçekten Parti Önderliğinin bunca emeğine, bu kadar ideolojik, politik ve taktik planına, yarattığı önderlik gerçeğine karşı bizim durumumuz ve konumumuz nedir? Zayıflıklarımız nelerdir? Özellikle bu noktalar üzerinde düşünmeliyiz.

 

Önderlik gerçeğini kavramak sadece geçmişten bugüne kadar Parti Önderliği hakkında bilgilenmek veya parti tarihini incelemek değildir. Yine geçmişten bugüne önderlik gerçeğine yaklaşımını, “önderlik zaman zaman şunu yaptı, falan zaman bunu yaptı; şuna karşı şöyle mücadele etti” tarzında sınırlamak uygun olmaz. Sorunu basit, yüzeysel yönleriyle algılarsak, Kürdistan’daki iktidar sorununa cevap vermemiz, kendi alanımızda uygulama gücü olmamız şüphesiz mümkün olmaz. Böyle yaklaşmak büyük bir yanılgı, saygısızlık olur. Önderler her yönüyle önderdir. Parti Önderliğini derinliğine anlatmak, anlamak, hele uygulamak kolay değildir. Ancak bunun üzerinde mümkün olduğu kadar yoğunlaşılmalıdır.

 

Önderlik hem kazanmak ve hem de kaybetmekte kilit rol oynar

 

Gerek insanlığın, gerekse halkların ve sınıfların tarihine bakarsak; kaybetmekte ve kazanmakta önderlik kilit bir rol oynamıştır. Özellikle mücadeleye atılan halk ve sınıflar, örgütlemeleriyle kendi önderlerini de ortaya çıkarmışlardır. Bu konuda sınıf ve halkların öfkesi, tepkisi mevcut koşullarla birleşerek onların kendi önderlerini yaratmasına yol açmıştır. Önderler ise her koşul altında en önde yer alarak yol göstericilik yapmış ve halkları iktidara taşımışlardır. Tarihe bakıldığında iyi önderler yetiştirenler veya önderlik gerçeğinde başarı gösterenler büyük uygarlıklara ve iktidarlara yol açmışlar ve bunu oldukça da kurumlaştırmışlardır. Bu alanda ciddi örgütlenmeyen, başarı göstermeyen halklar ise, önderlik yoksunluğundan dolayı tarihlerinde baş aşağı gidişi yaşamışlardır. Bunlarınki kaybediş tarihi olmuştur. Ciddi bir önderliğe sahip olanlar, iktidarı olanlar dünya tarihine de damgalarını vurmuşlardır.

 

Bazıları dünya tarihine damgalarını vurmasa da en azından kendi topraklarına ve bölgelerine damgalarını vurmuşlardır. Tüm toplumsal sistemleri ele aldığımızda, gerçekten hem o toplumsal sistemi temsil edecek, hem de ülke ve dünya siyasetini etkileyecek, belirleyici rol oynayacak önderler de ortaya çıkmıştır. Tabii bu sınıf ve halklar önderlerini ortaya çıkarırlarken, bütün alanlarda; sanattan tutalım edebiyata, kültürden felsefeye, yine ekonomiden siyasete kadar toplumsal gelişmeler yaratmışlardır. Bu önderler de o ulusun çıkarlarını temsil ederek, bunu uzun vadeli planlara bağlayarak, onların hem ideolojik düzeyde, hem politik düzeyde çıkarlarını esas alarak komutanlıklar yaratmış ve iktidara taşımışlardır.

 

Büyük önderliksel olaylar büyük altüst oluşlarla beraber ortaya çıkmıştır. Yani bir taraftan toplumlar ciddi altüst oluşları yaşıyor; toplumsal dinamikler her alanda ileriye doğru gelişmeye veya yeni bir toplumun kurulmasına zemin hazırlıyor. Diğer taraftan ise devletin yapısı içinde büyük kargaşalar, büyük çelişmeler söz konusudur. Sonuçta tarihe damgasını vuran büyük önderlikler böylesi koşullarda ortaya çıkmıştır.

 

Bu durum, köleci döneme, yine Hz. Muhammed’in çıkışına, Rusya’da Bolşeviklerin ve Lenin’in çıkışına, Fransız İhtilali’nin çıkışına bakıldığında somut olarak görülmektedir. O zaman gerçekten, yeni toplumsal sistemi temsil edenler, o toplumun ulusal ve sınıfsal çıkarlarını iyi özümseyip, onu çeşitli alanlarda güçlü önderliklere dönüştüren güçler vardır. Bu güçler tarihsel bir döneme damgasını vuran güçlerdir.

 

Ayrıca bir de toplumsal sistemler kurulduktan sonra ortaya çıkan önderlikler vardır. Bunlar ise kurulan düzeni korumanın ve devam ettirmenin önderleridirler. O açıdan devrimi temsil eden önderler bütün dünya tarafından kabul gören önderler olmuş ve uygarlık derecesinde insanlığa birçok şey kazandırmışlardır.

 

Önderler temsil ettikleri sınıfın veya ulusun çıkarlarını en üst düzeyde kendilerinde somutlaştırırlar. Ulusun nabzını ellerinde tutarak, o ulusun çıkarlarına cevap verirler, onu olası tehlikelerden korurlar. Halkı iktidara götürürken, onu örgütten eyleme kadar her şeyle donatan, bu temelde önderlik konumuna yükselen kişiliklerdir. Önderlerin çıkışından yaşamlarına ve yaşamlarından ölümlerine kadar halkın çıkarları ve istemleriyle dolu dolu yaşadıklarını ve bunu büyük bir tutku, coşkuyla yaptıklarını görmekteyiz.

 

Sınıf ve halklar arasındaki mücadeleler bir dizi acemiliklerle gerçekleşir. Yani amatör bir mücadele tarzı söz konusudur. Hatta bu sınıflar ciddi önderliklere kavuşmadan öfkeyle, kinle mücadele ediyorlar. O çatışmaların verdiği inançla bir tarafta ezilenler, diğer tarafta da ezenler olduğu için bu değişik boyutlarda çok ciddi savaşlara yol açmaktadır. Ama ileriyi temsil etmesi gereken sınıf ve halk ister bağımsızlığı açısından olsun, ister iktidara yürümesi açısından olsun, savaşmanın ciddiyetini, düşmanını şu veya bu düzeyde görür. Kazanmanın ciddi savaşımlarla mümkün olduğu kanısına ulaşır. Bütün bunlar ciddi bir önderliğe kavuşmadığı sürece, isyanlar olsun, ayaklanmalar olsun, hatta kin ve öfke düzeyinde düşmanına körce saldırılar olsun, hepsinin sonuç vermediği bilinmektedir.

 

Mücadele tarihlerine bakıldığında önderlikler böylesi koşullarda ortaya çıkıyor. Ortaya çıktığında da mevcut koşullar üzerinde kendilerini şekillendiriyorlar. Öfkeyle, kinle ortaya çıkan sınıfı en bilinçli düzeyde ifade edebilecek seviyeye getiriyorlar. Bunu ideolojik olarak bir ifadeye kavuşturuyorlar. Aynı zamanda öncüsü oldukları sınıf ve halkın çıkarını temsil eden politikayı, planı hayata geçirmek için de örgüt araçlarına ihtiyaç duyuyorlar. Örgüt araçlarıyla egemen güce karşı halkı daha bilinçli eylemlere sürüklemek, çok önemli savaşları örgütlemek ve bu savaşlarda ideolojik, politik önderlikler kadar, taktik önderlik düzeyini de güçlü geliştiriyorlar.

 

Halk ve sınıf mücadelesinde önderlik sorunu

 

Önderlik olayına yaklaşırken tarihte şunu görüyoruz: Halkların ve sınıfların çıkışları ancak önderlikle bir sistematiğe kavuşturuluyor ve önderlikle beraber bu sınıfların ve halkların iktidarlaştığı görülüyor. Her önderlik bir sınıfın damgasını taşır ve o sınıfı en üst düzeyde temsil eder. Bu önderlik, o sınıfın savaşını örgütleyebilen üst kurum durumundadır. Önderlik düşünceden siyasete kadar tümüyle halkın çıkarlarına cevap verebilecek bir güç durumundadır. Önderlikler ancak bu şekliyle kendilerini halka kabul ettirebilirler. Halklar öfke ve tepki sonucundaki mücadelelerinde belki bazı çelişkiler yakalamışlardır. Ama gerçek önderlikler ortaya çıktığında onları izlemekten çekinmezler. Belli bir süredir yürüttükleri mücadeleyi kendi önderliklerinde görürler ve önderlikler de zaten sorunu halkın göreceği noktadan çıkarıp daha üst boyutta halkı aydınlatırlar.

Önderlik olayına biraz da böyle yaklaşmak gerekir. Bir halkın veya sınıfın içinde bulunduğu durum, bunların kavrayış düzeyi nedir? Önderlikler ortaya çıktığında, bu kavrayışın çok ötesinde halka yol gösterirler. Ve o halkın ve sınıfın sorunlarını, o sınıf ve halkın önüne koyarlar. Bu açıdan önderlik, bütün tarihe baktığımızda tayin edici rol oynamıştır. Böyle önderlikler çıkaranlar(gerek sınıf mücadelelerine, gerek imparatorluk savaşlarına, gerekse sömürgeciliğe karşı savaşlarına bakalım), bütün savaşlarda kazanan taraf olmuşlardır.

 

Tarihe bakıldığında ideolojik önderlikler, siyasal önderlikler düzeyine çıkartılmadığı müddetçe fazla bir rol oynayamazlar. Her ideolojik önderlik kendisini siyasal önderlik düzeyine çıkarmak durumundadır. Siyasal önderlik, önderlikler içinde kilit önderlik durumundadır. Çeşitli alanlarda önderlikler çıkabilir. Ancak bu siyasal önderlik ile birleşmezse oluşan bu önderliklerin tarihe yol açması, yani mücadeleyi iktidarla sonuçlandırması mümkün değildir. Bu anlamda bir sınıfın, halkın çeşitli düzeylerde önderlikleri çıkabilir ama o sınıf ve halk açısından temel olan siyasal önderliklerdir. Siyasal önderliği çıkarmadığı müddetçe iktidarı kazanması veya bağımsızlığı elde etmesi mümkün değildir. Tüm gelişmelere damgasını vuran siyasal önderliktir. Hatta askeri önderlik, komuta açısından da aynı şey söylenebilir. Onun siyasi önderliği gerçekleşmezse hiçbir sınıfın askeri yaklaşımının kazanması mümkün olamaz. Bu yüzden halklara ve bütün sınıflara baktığımızda hepsinin üzerine titrediği, gerçekten hepsinin en fazla değer verdiği ve en fazla yücelttiği önderlik, siyasal önderliktir.

 

Siyasal önderlik anlamlıdır. Çünkü kazanmanın da kaybetmenin de düğümlendiği nokta siyasal önderliktir. Yine bütün diğer alanlarda yaşanan gelişmelerin sonuçlanması da bu önderliğe bağlıdır. Bu arada diğer önderliklerin de siyasal önderliğe bağlanma durumu söz konusudur. Siyasal önderlik diğer önderlikleri yönlendirme durumundadır. Diğer önderlik alanları için siyasal önderlik koruyucu güçtür.

 

Bütün önderliklerin sorunu iktidar sorundur. Hiçbir önderlik kendi önüne iktidar sorununu koymadan önderlik durumuna gelemez. Tarihe bakıldığında iktidar sorununu önüne koymayan veya bu konuda tedbirlerini, örgüt araçlarını yaratmayan önderlikler, yenilmekten kurtulamamışlardır. Büyük savaşları kazananlar, büyük iktidarları kuranlar, iktidar olayı üzerinde iyi yoğunlaşan önderlerdir. Bunun dışındaki önderlikler tarihte fazla yer alamamış ve kaybetmişlerdir.

 

Kürt halkı az mücadele etti denilemez. Kürt halkının da mücadelesi olmuştur. Ancak deneyimsiz-tecrübesizce, amatörce parça parça mücadeleler yürütmüştür. Ama Kürt halkının bütün bunları zaferle sonuçlandıramamasının nedeni, gerçekten bu mücadeleyi önderliksel güçle birleştirmemesi veya bu alana temelden el atacak önderliğin çıkmamasıdır. Nitekim önderlik, Kürtlerin en çok kaybettiği alandır.

 

Tarihte önderlik ve iktidar savaşları

 

İlkçağlarda büyük kahramanlar doğmuştur. Bir Atina ve Roma ele alındığında, bunların köleci niteliği tarihi etkileyen önemli gelişmeler ortaya çıkarmıştır. Burada köle sahipleri adına da olsa gerçekten iyi bir iktidar savaşı verilmiş, ciddi uygarlıkların yaratılmasına yol açılmıştır. Hala Yunanistan ve Roma’nın köleciliğinden bahsediliyorsa, burada ortaya çıkan önderliklerin görkemliliğini de görmek gerekir. Köle sahibi olmalarına rağmen, evrensel nitelikleri de söz konusudur. Hatta Yunan tarihine bakalım; kahramanları yönlendiren Zeus vardır, ilk önderlikler ortaya çıkarken onların tanrısal özellikleri de söz konusudur. Hem tanrıdırlar, hem kraldırlar. Yarı kral, yarı tanrı özelliklere sahiptirler. Sanat ve din alanında belli gelişmeler söz konusudur. Dinden felsefik alana dönüşte, bilim alanında belli gelişmeler söz konusudur. Bilim ve felsefe alanına girişle beraber ciddi politik adımlar atılır.

 

Mesela bir Zeus’un tanrısal niteliğine bakalım: Hem büyük bir kahramandır, sanatçıdır, yazardır ve şairdir, hem de güçlü bir devlet adamıdır. İnsanlık tarihine bakıldığında her ileriye gidişte, yeniye geçişte, yeni bir sistemi oluşturmada insanlık kahramanlara ihtiyaç duymuştur. Bu yüzden ilkçağa verilen bir ad da “kahramanlık çağıdır. Firavunlara veya Hammurabi’ye baktığımızda, hem tanrısal otoritelerdir, hem de denetim gücüdürler. Kendi iktidarlarını kurduklarında, yaptırdıkları piramitleri düşünelim. Bu konuda kendi tanrısal güçlerine göre büyük sanat eserlerini ortaya çıkarmışlardır. Aynı zamanda bunlar, güçlü yönetim aygıtlarını ortaya çıkarıyorlar. Devlet ve iktidar düzenlemesi, yasa, hukuk işleyişi de geliştiriliyor.

 

Agusto Sezar vb.’leri de önemli kişiliklerdi. Sezar hem devlet başkanıdır, hem de askeri komutandır. Köle sahiplerinin yönetimini en üst düzeyde elinde toplamıştır. Onun özelliği, Roma adına bütün görkemliliklerin ortaya çıkarılması, köleliğin dünya siyasetine damgasını vurması, güçlü iktidar ve devlet olgusunu yaratmasındadır. Bunu yarattığı gibi, evrensel bir özellik de kazanmıştır. O dönem, “Bütün yollar Roma’ya çıkar” denilmektedir. Bu siyasette, ticarette, yine büyük toprakların denetlenmesinde Roma’nın birinci olmasıdır. Köle sahipleri olarak imparatorluk kuruyorlar. Ve bunun güçlü önderliklerini yaratıyorlar. Bir Sezar güçlü devlet adamı yeteneğini gösterdiği gibi, aynı zamanda güçlü komutanlık kabiliyeti de var ve askerlerini rahatlıkla harekete geçirebiliyor. Onun askeri komutanlığı altında olanların, kendisini izlemesi söz konusudur. Yarattığı düzen kölecilik çağında da olsa, iktidar, hukuk ve yasal düzeni, yani onu ayakta tutan olgular güçlüdür. İnsanları, başka halkları köleleştiriyor. Ama önderlik konusunda, gerici nitelikte de olsa güçlü temeller üzerine oturuyor.

 

İktidarı örgütleme hususları önemlidir. Güçlü devlet adamları, komutanları ve iktidar kurucuları, siyaset adamları söz konusudur. Bu konuda da bir kurumlaşma yaratmışlardır.

 

Tarihteki önderliklerden ister gerici olsun, ister ilerici olsun hepsinden ders çıkarmak mümkündür. Bütün önderliklerde yoğunlaşan olay iktidarlaşmadır. Düzenleme, yürütme ve örgütlemede güçlülük nasıl olur? Biz de parti önderlik gerçeğini izleyerek kendi amaçlarımız doğrultusunda son derece haklı ve doğru olan özgür ve bağımsız bir topluma gidecek bir dava için savaşıyorsak, bu açıdan nasıl güçlü yöneticiler durumuna gelebiliriz? Bizim tarihten çıkaracağımız dersler böyle olmalıdır. Başka örnekler de verilebilir. Yine dinlerin tarihinde de önderlik alanında görkemli çıkışlar söz konusudur. Dinleri ve dinlerde çıkan önderlikleri küçümseme söz konusudur. Hatta bugüne göre değerlendirildiği için onlara yobaz deyip bir tarafa atanlar da söz konusudur. Ama özünde o günkü tarihsel koşullara bakıldığında o dönemin en olumlu çıkışlarını yapan kişilikler durumundadırlar.

 

Bir peygamberler tarihine ve Uzakdoğu’daki dinlere bakalım. Hepsinde insanlık adına bir çıkış, önderlik yapma istemi vardır.

 

Evet, dinler de bir sistemi temsil ediyor. Kendi ideolojileri ve politikaları ile kendi iktidarlarını kurmak istiyorlar. Bir Hz. İsa’da bunu görmek mümkündür. O’nun çıkışında ortaya koyduklarının bir Roma’yı sarsma durumu söz konusudur. İdeolojik olarak fethetme gücüne sahiptir. İnsanların kalbini, insanların ruhunu değiştirme gücü olarak ortaya çıkıyor. Her ne kadar bunun uygulamasını yapmamışsa da insanlık tarihi açısından büyük bir değişiklik olmuştur. O böyle güçlü bir çıkış yarattığı için onun havarileri de onun güçlü uygulayıcıları olmuştur.

 

Bir Hz. Muhammed’in mücadelesine bakalım: Arabistan karışıktır, cahillik mevcuttur. Arap kabileleri oldukça dağınıktır. Yine kölecilik, putlara tapma vardır. Kadına yaklaşımda çok büyük dengesizlikler söz konusudur. Diğer taraftan ise yeni bir sistem ortaya çıkıyor ve feodalizmin dinamikleri oluşuyor. Hz. Muhammed’de görülen nedir? Kendisini bütün dinlerin sentezi durumuna getiriyor. Hıristiyanlık, Yahudilik ve Zerdüştlükten sonuç çıkarıyor. Bir sistemin oluşmasında ideolojisini kurumlaştırıyor.

 

İslam ideolojisini oluştururken eski topluma karşı saldırı gücüdür. Bunun çekirdeğini oluşturması, en küçük askeri birliklerden onu iktidara kadar taşıması söz konusudur. Yine yaptığı çıkışla sadece Arabistan ile sınırlı kalmıyor. İslam’ın çıkışıyla insanlığa bir çağrısı da söz konusudur. Evrensel bir din durumundadır. Müslümanlık bayrağı adı altında büyümüştür. Bu anlamda geniş bir yayılma gücünü gösterebiliyor. Ortaya çıktığı topraklar en büyük bunalım topraklarıdır. Çoraklaşmış bir alanda ortaya çıkıyor ama büyük bir ideoloji gücüyle, iktidar gücüyle her alanda onu taşıyacak askeri komutanlıklar geliştiriyor ve bunun dışarıya yayılmasını sağlıyor. Bu anlamda da Hz. Muhammed’in büyüklüğü görülmektedir.

 

Sadece Yahudilikte Musa peygamberin çıkışında bunu görmüyoruz. Musa peygamberin çıkışı Firavun’a karşı büyük bir mücadeleyle olmuştur. Fakat bu Yahudi toplumunu korumaya yöneliktir. Bunu Yahudilerle sınırlandırdığı için evrensel boyut kazanmamıştır. Bugüne kadar da Yahudilerle sınırlı kalmıştır. Ancak diğer dinlerde evrensellik görmek mümkündür. Bazı imparatorluklarda da evrensellik görüyoruz. Kendilerini gerici anlamda günümüze kadar taşımış olsalar da belli bir evrensel boyutları vardır. İlerici anlamda kendini taşıyanlarda da evrensel boyut bulunuyor.

 

Kapitalizmde önderlik gerçeği ve özellikleri

 

Son olarak kapitalizmin tarihini ele alalım. Burada önderliklerin çıkışı nasıl gerçekleşti? Tabii kapitalizm iktidar gücü durumuna gelmeden önce ortaya çıkan gelişmeler söz konusudur. Sanat ve heykeltıraş alanında ciddi gelişmeler var. Yine bilim-teknik alanında ciddi gelişmeler söz konusu ve buna önderlik edecek güçlerin çıkışı vardır. Diğer yandan bir aydınlanma süreci yaşanarak felsefeden ideolojiye kadar uzandı. Bu temelde ideologların ve filozofların ortaya çıkışı vardır. Ekonomi alanında ekonomik önderliğin ortaya çıkması söz konusudur. Yani kapitalizm, henüz iktidar gücü olmadan da çeşitli alanlarda sistemin gelişmesine hizmet edebilecek, onu iktidara taşıyabilecek altyapı anlamında oluşumları geliştirmiştir. Bu gelişmeler düşünce, ekonomi, sanat, kültür ve edebiyat alanında çeşitli biçimlerde ifadesini buluyor.

 

Tüm bu alanlardaki çıkışlar eski feodal düzeni topa tabi tuttu. Felsefeden idealist alana yönelik bir saldırı, mevcut ideoloji alanında feodalizmin büyük bir eleştirisi gerçekleştirildi. Ekonomik gelişmelerle feodalizmin eleştirisi yapıldı. Sanat ve edebiyat alanında da bu eleştiriler geliştirildi.

 

Bütün bunlar kapitalizmde siyasal önderliklerin ortaya çıkmasına zemin hazırladılar. Böylece kapitalizm giderek kendi sınıfının burjuva önderlerini geliştirerek, kendini örgütleyip, kendi temellerini ortaya çıkarmayı hedefledi. Bazı sahalarda önderliklerin çıkması burjuvazinin iktidara yükselmesine yardımcı olmuştur. Bunun için güçlü zeminler hazırlanmıştır.

 

Örneğin bir Fransız devriminin çıkışı vardır. Fransa’yı sarsmakla kalmamış, yeniçağa damgasını vuran gelişmelere yol açmıştır. Bu burjuvazi adına tarih sahnesine bir çıkıştır. Yani kendi önderlerini en güçlü temelde, siyasal önderlik düzeyinde örgütleyerek devlete ağırlık koyması ve iktidara yürümesi açısından da önemli bir çıkıştır. Bu açıdan biz isimler düzeyinde Robespierre’i sayabiliriz. Bu Jakoben olarak adlandırılıyor. Feodalizmi, yani eski düzeni temsil edenlere karşı büyük bir terör estiriyor. İktidarı ele alma söz konusu olduğu için eskiye karşı büyük bir şiddet hareketi geliştiriyor. Hem kendilerini kurumlaştırıyorlar, hem de eskiye karşı büyük bir şiddet gücüdürler. Hatta o dönemde kiliseleri ortadan kaldırmaya, papazları görevden almaya kadar işi götürebiliyorlar. Daha sonrakiler kiliseleri, papazları yeniden göreve çağırıyorlar.

 

Burada eski feodal düzene karşı güçlü bir çıkış var. Eskiye ait olan iktidar gücünü ele geçirmekle beraber, yeni ulus, sınıf veya devrimciler adına (tabii uzlaşmacı kesimler de var) her alana büyük bir savaşla yükleniyorlar, iktidar ve siyaset alanında ciddi bir savaş yürüterek, aynı zamanda devrimin evrensel boyutunu da tüm dünyaya “Eşitlik, özgürlük, kardeşlik” adı altında taşıyorlar. Sonuçta Fransız devrimi ile burjuvazi çağa damgasını vurabilecek bir iktidar gücüne ulaşıyor.

 

Onların böyle gelişmelerine yol açan şüphesiz güçlü önderlikleridir. Ekonomi, ideoloji, kültür, sanat, felsefe, bilim alanında olduğu gibi, siyasal alanda da güçlü önderler ortaya çıkarmaları, onların dünya siyasetinde ve diğer sınıf ve halkları etkilemede güçlü bir konuma getiriyor.

 

Napolyon’un çıkışı da (daha sonra imparatorluk olsa da) Fransız devrimini başlı başına etkilemiştir. Napolyon devlet adamı olarak kendini uzlaşmacı kesimin iyi bir örgütleyicisi durumuna getiriyor. Onların iyi bir temsilcisi oluyor. Aynı zamanda Fransız devriminin dünyaya yayılması için de güçlü seferler gerçekleştiriyor. Bu açıdan Napolyon devlet içinde güçlü bir otorite durumuna geldiği gibi, aynı zamanda askeri alanda da güçlü bir otoritedir. İyi yürütme ve yönetim gücüdür.

 

Bu konuda Napolyon ile ilgili birçok hikâye anlatılıyor: Askerleriyle ilişkide, Napolyon’un kazandığı savaşlarda fethetme, kazanma gücünü nasıl aşıladığını görüyoruz.

 

Tabii bütün bunlar bir önderlikte aranması gereken özelliklerdir. Aynı zamanda Fransız devriminin gücüne dayanarak Avrupa’ya karşı, oradaki feodalizme karşı savaş açılıyor. Bunun temelinde Fransız devletinin çıkarı yatsa bile Napolyon’da görülen nedir? Kendi sınıfı, imparatorluk adına kendisini güçlü kılıyor. Güçlü bir siyasetin sahibi olduğu kadar, güçlü bir savaşımın da sahibidir. Bunun için Napolyon’un savaşları çokça tartışılıyor. Askeri alanda da deha niteliğindeki özelliklerini devleti yürütme gücüyle birleştirmektedir. Hatta Parti Önderliğinin de belirttiği gibi Napolyon’un tüm yaşamında kendisini devlete ve iktidara vermesi söz konusudur. Yatak odasında bile kendi komutanlarına emir verebiliyor. Her alanda savaşın ve iktidarının nasıl korunabileceğini düşünüyor. Bütün ilişkilerini de buna göre ayarlıyor.

 

Bu bizim açımızdan da önemlidir. Çünkü önemli bir savaşı yürütüyoruz. Önceki örnekte burjuva da olsa, imparatorluk da olsa Napolyon’un bütün yaşamını çıkarlara bağlaması var. Kendisini zevke ve sefaya vermiyor. Burjuva koşullarında yaşıyor ama diğer yandan bu yaşantıyla beraber bütün gücünü önderlik olayına veriyor. Bizde bu konularda ciddi yetmezlikler yaşanıyor. Diyelim onlar gericilik adına böyle keskin, güçlü olarak ortaya çıkarken, bizde taktik önderlik bütün gücünü devrime veremiyor.

 

Bazı anlatımlar belki biraz önce örnek verdiğimiz kişilikleri basitleştiriyor ama aslında öyle değildir. Yaşamları basit değildir. Her şeyiyle bu önderlikler (ister ilerici olsun, isterse gerici) kendi yaşamlarını bütünüyle iktidar sorununa veriyorlar. Kendilerini savaş ve yönetim sorunlarına katıyorlar. Onların başarılı olmasının sırrı da buradadır. Onların saraylarına, krallıklarına bakalım: Sınıfları adına düzen kuruluyor, sistemleşiyor. Sistemi sürdürebilmek için küçüklükten başlayarak düzeni sürdürecek önderlikler yetiştiriyorlar. Belki daha sonra gelen bu önderliklerin birçoğu çapsızdır ama yine de o düzeni koruyabilecek, sürdürebilecek türden önderliklerdir. Tabii onların küçüklüklerinden beri önderliğe yetiştirilmeleri söz konusudur. Bu Osmanlı saraylarında da böyledir. Daha küçük yaşta kraldır. Mesela büyütülürken ona göre yetiştirilir ve eğitilir. Düşüncesinden siyasetine, ilişkilerine kadar bütünüyle onu bir devleti nasıl yöneteceği konusunda eğitiyorlar. Kendi içlerinde bu tür önderleri çıkarma gereğini duyuyorlar. Bunu diğer eski imparatorluk ve devletlerde de görüyoruz. Bu durum bugün emperyalizm açısından da böyledir. Kendi önderlerini veya yürütücülerini yetiştirirken okuldan başlayarak bunu yapıyorlar.

 

Bizim açımızdan sorunun ciddiyeti ağırdır. Biz, bu özellikleri içinden geldiğimiz toplumda tanımadık, partide bu özellikleri kavramaya çalışıyoruz. Bir dizi dezavantaj ve çelişkiler var. Genç yaştayken, çocuk yaştayken bile onlar bunu yapıyorlar. Ama biz, daha geç başlıyoruz veya parti içine geldiğimizde görüyoruz ve bir de sorunlarımız var. Önderliğin ne olduğunu yeni yeni öğreniyoruz. Bu açıdan da önderliğin bizim açımızdan önemi ve ne denli sarılmamız gerektiği ortadadır.

 

TC gerçekliği açısından da bu böyledir, onlar da kendi önderliklerini yetiştiriyorlar. Bu piyasadaki sahte siyasetçi “önderleri” değil. Ordu önderlerine bakalım; okula gidişle birlikte devleti koruyabilecek, özel savaşı yürütebilecek, tüm bunlara cevap verebilecek kişilikler yetiştiriyorlar. Yani özel savaşın kişiliklerini ortaya çıkarıyorlar. İster gerici olsun, ister ilerici olsun tüm iktidar güçleri kendi iktidarlarını yürütecek, kendi ideoloji ve siyasetini götürecek kişilikler yaratmaya çalışırlar. Zaman zaman bunlara çok iyi cevap vermeyen önderler de çıkabilir; zaman zaman da çok hassasları çıkabilir ancak hepsi de kendi açısından soruna yaklaşmakta, önderlik gerçeğini işletmekte veya hepsi kendi sınıf çıkarlarına göre bunu biçimlendirmektedir. Hepsinin de üzerine titrediği nokta budur.

 

Bilindiği gibi TC’de devlet ordudur. Ordu da TC önderlik gerçeğinin en iyi yansıdığı kurumdur. Bu açıdan onlar daha çok kendi önderlerini buranın içinden çıkarmakta ve ciddi yaklaşmaktadırlar. Kendi önderliğini kabul etmeyenleri ise içlerinden atmaktadırlar. Bizde partiye bela olanlar, önderlik gerçeği adına yetmezliği yaşayanlar var. Onlar gerici, faşist ve özel savaşın temsilcileri de olsalar kendi gerçekliklerini boşa çıkartıcı yetmezlikleri kabul etmezler. Özellikle çekirdek kadro ve kurmayları açısından bunu hiç kabul etmezler. Savaşın iyi yöneticisi durumuna gelinmesi için bütün güçleriyle yetiştiriyorlar. Özel savaşın tüm yönlerini kavrayıncaya kadar ciddiyetle onun üzerinde duruyorlar.

 

Bizim de onlara karşı savaşan güçler olarak daha fazla önderlik gerçeğinde yetkinleşmemiz gerekir. Bunlar, kendi açılarından yıkılışın, çözülüşün önlemini almaya çalışıyorlar. En büyük korkuları budur. Bunun için kendilerini güçlü savunmaları söz konusudur. O zaman biz de haklı temelde savaşan bir güç olduğumuza göre, Parti Önderliğini izlemek ve taktik önderlik sahasında yetkinleşmek konusuna büyük önem vermek durumundayız. Karşı taraf bu kadar örgütleniyorsa, sorun bizim için daha ciddidir. Bizim yüzyıllardır biriken kin ve öfkemiz var. Bu öfke ve kini iyi bilinçlendirirsek, partinin önderlik tarzıyla iyi birleştirirsek, TC’nin komutanlarına taş çıkartacak önderlerin çıkartılması zor değildir.

 

Sonuç olarak şu söylenebilir:

Büyük devrimsel gelişmelere yol açan önderlikler söz konusudur. Özellikle bunalım dönemlerinde ortaya çıkan büyük önderler vardır. Çarpıcı bir örnek, faşizmin ortaya çıkmasıdır. Bunlar şovenizmin veya gericiliğin azgın biçimi olarak ortaya çıksalar da gerçekten emperyalizm adına kendilerini büyük önderlikler olarak ortaya koyarlar. Ama bunların ayırt edici özelliği şudur: Yanlış temellerin üzerine oturdukları için yükselişleri kadar çöküşleri de güçlü olmaktadır. Ama önemli olan, bunların iyi bir devlet gücü olmalarıdır. Bunalıma dayansalar da insanları yürütme ve yönlendirmede iyi bir devlet gücüdürler. Mesela bir Hitler’e dikkat edilirse, sadece zor gücüyle insanları harekete geçirmiyor. Bunalım koşullarında, insan kişiliğinin tahrip olduğu anda devrimsel çıkış yapılmadığı için, bunalıma cevap veriyor. Almanlar açısından ele alırsak; bunalmış ve aşağılanmış bir psikolojiyle yaşayan kişiyi ayaklandırma veya harekete geçirmede şovenizm düzeyinde Alman milliyetçiliğinin aşılanmasıyla beraber insanları ikna etme gücü var. Karşıda muhalefette bulunanları da en geri biçimde eziyor. Halkın önemli bir kesimini kendi yanına alarak, suça bulaştırabiliyor.

 

Tabii bu da bir yönetim, iktidar tarzıdır. Onlar da çok iyi bildikleri için, kendilerini yönetim tarzına kavuşturuyorlar. Askeri alanda da, savaşı örgütleme alanında da böyledir. Faşizm olgusuyla savaş alanında diğer güçleri önemli oranda zorladılar. Amaçları geri de olsa askerlerini savaştırma, eğitme ve örgütleme güçleri bir dönem bütün dünyayı zorladı, sarstı. Diğerlerini yenme durumu da söz konusudur. Bu denli dünya üzerinde etki yaratabildiler.

 

Böylesi önderlikler şüphesiz kendi alanlarında önderliğe çok ciddi yaklaşıyorlar. Biz Hitler’i alaya alabiliriz veya çıkarları çok küçük bir kesimi kapsadığı için insanlığın tepkisini toplamış ve bütün dünyanın başına bela olmuş olabilir, ama onun yönetim ve yürütme, Almanları harekete geçirme gücünün de görülmesi gerekiyor. İnsanlığın onun düşüşünden sonra söyledikleri doğrudur ama ortaya çıkan önderlikleri görmeden de edemeyiz.

 

Onların insanlığa yöneliş tarzlarını, insanların ruhuna giriş biçimlerini incelemek ve öğrenmek gerekir. Çünkü büyük ölçüde TC gerçeği de buna benzemektedir. TC insanları nasıl yönlendiriyor, yürütüyor veya düşürüp kendisine bağlıyor? Parti Önderliği bu konuları oldukça açıklıyor. Büyük çözümlemeleri önümüze koyuyor.

 

Osmanlılarda da büyük bir güç durumuna yükselme var. Biz onları eleştirebiliriz, ama kendi adamını yönetim olgusuyla bağlıyor. Oysa onlarda ciddi bir felsefe de yoktur. Osmanlı saray kültürü vardır. Derme çatmadır, sağdan soldan alınmadır. Onları ayakta tutan şey, özellikle devlet, yönetim ve yürütme gücü üzerinde yoğunlaşmaktır. Veya halkları nasıl düşürecekleri ve kendilerine bağlayacakları konusunda yoğunlaşmaları onları ayakta tutmuştur.

 

Bu açıdan işgal olaylarını ele alırken, bir devletin, bir iktidarın nasıl örgütlendiğini görmek gerekir. Onları anlamak, bir ölçüde kendimizi de anlamak demektir. Şöyle yaklaşmak doğru değildir; “gericidirler, halkları ezdiler” deyip onların yönetim anlayışını kavramamak, bizi yanılgılara götürebilir.

 

Parti Önderliği bunu çok iyi değerlendiriyor. Bu taktik önderlik açısından da gereklidir. Parti Önderliği, Osmanlı ve Türk yönetim biçimini değerlendirirken taktik sahada çıkarılması gereken sonuçları da ortaya koyuyor. Ve kendi önderlik tarzını oturtup gerçekleştirirken, bu gerçeklerden önemli oranda dersler çıkardığını da söylüyor. Kaldı ki, önderlik gerçeği kavranmadan düşman karşısında savaşımda tutunulamaz.

 

Parti Önderliği bunu görüyor ve uyguluyor. Ancak bizler açısından bu konuda sorunlar var. Yani devlete, iktidara nasıl yaklaşıyoruz, iktidar olmak için ne yapıyoruz? Bu konuda yetersizlikler var. Diğer yandan gelişmekte olan güçlü önderlikler de mevcuttur.

 

İlk önderlik çıkışları, koşulları ve zorlukları

 

Devrimci önderliklerin ilk çıkışları zayıftır, biraz böyle olmak durumundadır. Hatta ilk ortaya çıktıklarında bazı amatörlükleri taşırlar. Bütün sınıf ve halklar önderliksel gerçeğin dışına itildikleri için, önderlik deneyleri söz konusu değildir. Bu yüzden ilk çıkışlarda, yıllardır yer edinmiş yönetim anlayışları vardır. Dolayısıyla yeni çıkanlar için gerçekten bu ciddi bir sorundur. Onun için ilk çıkışları anlamak büyük bir yoğunlaşmayı gerektirir. Diğer bütün devrimlere de baktığımızda çıkışlar çok zayıftır. Ama ideolojik olarak amacın ifade edilmesi açısından da güçlüdürler. Güçsüz oldukları alanlar ilk etapta örgüt, savaş ve eylemdir. Diğer yanlarıyla güçlüdürler ve savaşı yürütme iddiasındadırlar; giderek savaşı geliştirirler.

 

Örneğin bir Marx’ın ve Lenin’in ortaya çıkışı sosyalizm adına güçlü önderliklerin ortaya çıkmasıdır. Kapitalizmin belli bir gelişme evresinden sonra sosyalizmin zorunluluğu, kapitalizm içerisinden doğmaktadır. Dikkat edilirse işçi sınıfının, emekçilerin uzun süreli mücadele etmeleri söz konusudur. Bunlar ideolojik ve siyasal önderlikten yoksundurlar. Fakat işçiler içinden, diğer kesimler içinden küçük-burjuva sosyalistleri, ütopik sosyalistler çıkıyor. Veya ezilenlere hitap edebilen kapitalizme eleştirisel yaklaşan edebiyat ve roman eserleri de vardır. Felsefe alanında da birtakım gelişmelerin ortaya çıkması yeterli değildir. Örneğin çok ciddi mücadeleler veriliyor. İşçi sınıfı ilkin makinalara saldırıyor, ekonomik veya değişik savaşım türlerine başvuruyor. Ekonomik olarak bir dizi sorunlar var. Kapitalizmin vahşet dönemidir ve insanlar çeşitli biçimlerde buna karşı çıkıyorlar. Ancak henüz koşullar yeterince olgunlaşmadığı için, devrimci düşünce sistemlerine bakılırsa işçi sınıfını ileriye götürecek veya siyasal bir önderliğe kavuşturacak ortam ve liderlik yoktur. Ama ezilenlere hitap eden belli düşünceler de var. Marx ve Engels’in çıkışı, kapitalizm belli bir olgunluk derecesine geldikten sonra makina ve büyük ölçekli üretimin gelişmesi temeli üzerinde gerçekleşmiştir. Sosyalizm için de güçlü temeller oluşmuştur. İşçi sınıfı üretim olayına katılarak sosyal bir karakter kazanıyor. Diğer yandan giderek özel mülkiyet küçük bir kesimin elinde toplanıyor. Üretimin sosyal karakteri ile üretim araçlarının özel mülkiyeti arasında çelişki vardır. Bundan dolayı burjuvazi ile proletarya arasındaki çelişki belirginleşiyor. İnsanlığı yabancılaştırmak ve kapitalizmin bütün sorunlarından dolayı çıkış yapmak için mevcut koşullar var. Ayrıca bilimsel sosyalizm için zemin hazırdır. Bilim alanında, felsefe alanında veya ekonomik alanda dayanılan belli bir temel de söz konusudur.

 

Marx ve Engels çıkış yaparken, doğal olarak kapitalizmin bütün alanlarını eleştirerek çıkış yaptılar. Bu benzerlik Lenin’de de görülmüştür, başka yerlerde ve kişilerde de.

 

Bir ideolojik çıkış yaparken veya bilimsel sosyalizm temelinde ortaya çıkarken, her alanda kapitalizmin eleştirisi ve reddiyle gerçekleşiyor. Bir de bu eleştirilerle oluşturulan bir ideoloji var; felsefik, ekonomik, politik olarak Marx, Engels ve Lenin’in işçi sınıfının çıkarlarını esas alan bir ideoloji ortaya çıkarmaları söz konusudur. Tabii bunu işçi sınıfının sorunu olarak ortaya koyuyorlar. Diğer önderliklerden ayrıldıkları temel nokta budur. Sadece sınıf mücadelesini kabul etmek değil, aynı zamanda bu sınıf mücadelesini iktidar mücadelesine yöneltme esas alınıyor. Proletaryanın devletini veya iktidar gücünü gerçekleştirebileceği bir düzeye çıkarılması hedefleniyor. Bunu da bir proleter, sosyalist devlet olarak özetliyorlar.

 

Bilimsel sosyalizm açısından ideolojik, siyasal önderliğin tarih sahnesine çıktığını görüyoruz. Burada Marx, Engels ideolojik veya siyasi olarak yeni bir toplumu kurmaya yönelik sistemi oluştururken, giderek örgüt ve siyasal araçlarını geliştiriyorlar. Aynı zamanda işçi sınıfının siyasal ve sosyal bir devrim için harekete geçmesini de ortaya koyuyorlar.

 

Bu çıkışla beraber daha sonra sosyalizm için tarihte ciddi mücadeleler yaşanıyor. Ekim Devrimi’yle birlikte devrimler çağının açıldığını görüyoruz. Hem sosyalizm ve hem de ulusal kurtuluşçuluk için savaşlar veriliyor. Bu da sosyalizm açısından yeni bir çağın başlatılması olduğu kadar, sosyalist ve ulusal kurtuluş önderliklerinin, mevcut kapitalist önderliklere karşı kendi iktidar mücadelelerini başlatması anlamına da geliyor. Sosyalizm adına felsefe, ekonomi ve siyaset alanında güçlü önderlikler söz konusudur.

 

Çeşitli devrimleri ele alırsak Mao, Ho Chi Minh, Giap, Che Guavera’dan Castro’ya kadar önderlik oluşuyor. Sonra sosyalizm ve ulusal kurtuluş adına ortaya çıkan bir dizi önderlikler de var. Bunların ideolojik, siyasi ve ekonomik mücadeleleri gelişiyor. Nitekim bunların iktidarlaşmaları, iktidar kurmaları da gerçekleşmiştir. Bu sosyalizm ve ulusal kurtuluş açısından, sosyalizm adına işçi sınıfının dünya gerçekliğinde ortaya çıkışıdır. İnsanlığı ileriye götürebilecek, çağı yakalayabilecek, gerçekten ezilen insanlığın çıkarlarını temsil edebilecek önderliklerin ortaya çıktığını gösteriyor.

 

Bu önderliklerde eksik olan yanlar da şüphesiz vardır. Bu önderlikler iktidarlar kurdular ama koruyamadılar. Bu da, böylesi önderliklerden çıkarmamız gerek derslerin bir yanıdır. İktidar olmak, önderlik geliştirmek söz konusudur ama ondan sonra devrimi koruyacak, geliştirecek ve sürekli yenileyecek, buna cevap verecek önderliklerin oluşmadığını görüyoruz. Reel sosyalizmin çöküşü dikkate alınırsa, kazandıkları iktidarı sapma içine girerek kendi elleriyle teslim ettiler. Önderlik düzeyinde kazanılanın bir bakıma önderlik düzeyinde kaybedilmesi söz konusudur. Onların önderlikleri giderek vasat önderlikler durumuna düştü. Yani toplumun tepesinde duran, toplumla bütünleşmeyen ve toplumun nabzını elinde tutmayan bu önderliklerin toplumun çıkarlarını ileriye götürecek plan ve programlarının olmayışı, ister istemez çöküşe sebebiyet vermiştir.

 

Bu da reel sosyalist öndeliklerden çıkarmamız gereken bir sonuçtur. Nasıl yol aldılar ve nasıl çöktüler? Diğer önderlikler açısından da aynı şey söylenebilir. Bir zamanlar güçlü devletler, güçlü imparatorluklar kuranların bir dönem sonra gelişmeler karşısında nasıl inişe geçtiklerinin ve yıkılışı yaşadıklarının hikâyesi de iyi bilinmektedir. Bunda zaferi başarmak kadar yenilgileri de görmek önderlik gerçeğine ve tarzına doğru yaklaşmak anlamına gelir.

 

Kürdistan koşullarının olumsuzlukları ve önderlik çıkışına yansımaları

 

Diğer devrimlerdeki mevcut geçmişler böyleyken, PKK önderliği hangi ortamda ortaya çıktı? Bu ortam anlaşılmadan gerçekten Parti Önderliğinin çıkışı ve PKK önderliğinin gelişimi anlaşılamaz. Başka önderliklerle kıyasladığımızda, benzerlikler yanında ilginç ayrılıkları da var. Bizim işin bu yanını da bilince çıkarmamız gerekir. Benzerlik ve ayrı yanları nelerdir? Özellikle diğer önderliklerin kullandığı avantajlar nedir? PKK önderliğinin kullandığı avantajlar nelerdir? Bütün bunlar kavranılırsa Parti Önderliğini kavramak, çıkışını, yükselişini anlamak oldukça kolaylaşır. Veya Parti Önderliğine gereken değer verilir.

 

Bu açıdan PKK önderliği hangi ortamda ortaya çıktı ve nasıl gelişti sorusu ve bunun doğru cevabı çok önemlidir.

 

1970’ler tarihine baktığımızda dünyada bazı önderlikler mevcuttur. Şimdi PKK önderliği bu mevcut önderliklerden yararlanabilir mi? Kapitalist-emperyalist ve gericileşmiş önderlikler söz konusudur. Hatta o önderlikler için şöyle de söylenebilir: Kapitalizmde devlet yapısı öyle oluşturulmuş ki, lider diye gelip gidenlerin fazla etkileri de söz konusu değildir. Çeşitli başkanlar geliyor: ama bunlar önderlik açısından tayin edici güçler olmuyor. Bazı ülkelerde başbakanlar değişiyor. Bu başbakanlar gerçek anlamda bizim sözünü ettiğimiz önderler değil, belki liderlik olarak bunlardan söz edilebilir.

 

Bunlar dışında devletlerde temel çekirdek veya odaklar vardır. Gerçekten bütün işleri onlar yürütmektedir. Yani devletin iç siyasetinden dış siyasetine veya halkın yönetimine kadar işin başını tutanlar söz konusudur. Bir de buna bağlı olarak gelip giden başbakanlar, cumhurbaşkanları vardır. Kapitalizm tarihini incelersek bunlar işin ciddi yanları değildir. Zaman zaman bunlar da ön plana çıkıyorlar. Bazen belirleyici durumları da olabilir ama mevcut durum dikkate alındığında bunlar o düzenin gerçeği üzerinde yol gösterici değillerdir. Bunlar oluşturulan yapıda temsil ettikleri sınıfın istemlerine geçici olarak cevap verebilecek, kendilerini ona göre uyduracak kişiliklerdir. Bunlara bürokrat kişilikler de denilebilir. Bir düzen oluşmuş, hangi biçimde, nasıl cevap verecek, ona göre adam ayarlıyorlar. Yani bu sistemlerin önderlik gerçeğinde asıl çekirdekler vardır.

 

Doğal olarak zamanında kapitalist, burjuva veya ulusal kurtuluş mücadelesi vermişlerdir. Ama burjuva önderliklerdir. Bunların gerçekliğine de bu yansır. Bir dönem ilerici rol oynasalar da, bunlardan yararlanılacak dersler olmakla beraber, önderlik tarzı ve gerçeğini özellikle Kürdistan’da ortaya çıkarmak açısından, Parti Önderliği ve PKK’nin bunlardan yararlanabileceği herhangi bir şey söz konusu değildir. Bu vasat önderliklere bakılarak önderlik olayını ortaya çıkarmak şüphesiz mümkün değildir. Yine reel sosyalist önderlikler var, bunlar bir ölçü olarak alınabilir mi? Tabii işin gerçeğine baktığımızda 1970’li koşullarda reel sosyalist önderlikleri izlemekle bazı sonuçlar çıkarılabilir ama bunun da önderlik gerçeğine yaklaşımda ciddi bir etki göstermeyeceği açıktır. Yani bir Kruşçev, Brejnev gibi önderliklere olan yaklaşım, her zaman eleştirisel olmuştur. Bunlar gerçek anlamda toplumu ileriye götürecek önderlikler olarak da görülmemiştir. Parti Önderliği 1985’lerde yaptığı değerlendirmelerde, “Toplumun başına bela olmuşlardır, ya kendilerini yenilemeleri, ya da çekip gitmeleri ve yıkılmaları gereklidir” diye belirtir. Yani ya yıkılmalıdırlar, ya da kendilerini yenilemelidirler. 1985’de Parti Önderliğinin yaklaşımı böyleydi. Bu açıdan bu tip önderliklerden alınacak fazla bir şey söz konusu değildir. Ancak yine 1970’lerde bir sosyalizm etkisi vardır. Parti Önderliğinin de etkilenmemesi mümkün değildir. Sosyalizme genel bir giriş söz konusudur. Mevcut sosyalist ve ulusal önderlikler içinde izlenmesi gereken devrimci önderlikler vardır. Marx’ın, Lenin’in, yine bir Mao’nun, Ho Chi Minh’in çıkışı vardır. Bunlar şüphesiz devrim gerçekleştirecek önderler açısından ciddi yaklaşılması gereken ideolojik ve politik önderlerdir.

 

1970’lerdeki tabloya baktığımızda bazı ulusal kurtuluş mücadelesi veren halklar vardır: Vietnam, Gine, Angola, Mozambik, Küba, Nikaragua’da belli çıkışlar söz konusudur. Bu önderliklerin çıkışları ile birlikte zayıflıkları da vardır. İşin bu yanları olmakla beraber, dünya tablosunda mevcut önderlikler dikkate alındığında PKK önderliği bunlardan yararlanmış, dersler ve sonuçlar çıkarmıştır. Bu önderliklerin Kürdistan gerçekliğine bakışları da çok farklıdır.

 

Diğer yandan reel sosyalizm ve emperyalizm var ve burada Kürdistan’a yer yoktur. Kürdistan’da ortaya çıkacak hangi hareket olursa olsun engelleniyor. Kürdistan’da çıkan bir hareket kabul edilmiyor. Reel sosyalizm de, emperyalizm de Kürdistan’ı yok sayıyor. Mevcut statüko ve siyasette Kürdistan’a herhangi bir rol biçilmemektedir. Biçilen rol onu yok saymaktır. Emperyalizm ile sosyalizm arasındaki dengeler politikası da dünyaya farklı biçim de yansım aktadır. Ulusal kurtuluş mücadelesini veren hareketlerin de Kürdistan’ı görerek yaklaşması mümkün değildir. Yaratılan bir tablo var ve bu tabloyu değiştirecek güç onlarda da yok. Kürdistan’a yaklaşımları da doğal olarak olamaz.

 

O zaman bu yönleriyle de PKK önderliği açısından durum hiç de avantajlı değildir. Bu durumda olan diğer ülkelerin varlığı ya kabul ediliyor, ya da karşı çıkılıyor. Ama Kürdistan’da bu ikisi de yok. Dolayısıyla PKK gibi bir önderliksel çıkış yapıldığında kendisine yer verilmiyor. Önderliksel çıkışa yer verilmeyen bir durum söz konusudur. Elbette ki, böylesi bir tabloda önderliksel çıkış yapmak öyle kolay değildir. Hatta başka önderliksel çıkış ve grupsal çıkış yapanlar en azından başta bazı destekleri almışlardır. Açık destek bulmasalar da, açık karşı çıkışlar da bulmamışlardır. Kimisi de destek görmüştür. Ancak PKK grup ve hareket olarak çıkarken, sadece Parti Önderliği açısından değil, grup ve hareket açısından da bırakalım destek görmeyi, bu hareketin ezilmesini onların da seyretme durumu vardır. TC’nin politikalarına kimi destek vererek, kimi sessiz kalarak, kimi de statükoyu onaylayarak karşılık vermiştir. Kürdistan’da bir önderliksel çıkış yapılırken, bu önderliksel çıkışın boğulmasına destek verme ve seyretme yaklaşımları vardır. TC boğmak isterken dünya gerçekliği de ya seyirci kalıyor, ya da alkışlıyor. Dünya siyasetinde Kürdistan tablosu böyledir.

 

Parti Önderliği böylesi koşullar içinde bazı yönelimlere giriyor. Başka ülkelerde önderlik yapanların, mevcut durumlarıyla Kürdistan’a getirilirlerse, benzer şekilde Kürdistan’da çıkış yapmaları mümkün değildir. Bunun geniş izahatı da yapılabilir, nedenleri de sayılabilir. Bunların çıkış nedenleri dikkate alınırsa, böylesi bir önderlik Kürdistan koşullarında mücadele edemez.

 

Benzetme, belki biraz kaba oluyor, şüphesiz onlar kendi koşullarına göre çıkış yapıyorlar. Ama Kürdistan’da çok olumsuz koşullar ve bu durumda çıkış yapmanın riskleri vardır. Bırakalım riskleri, ona ulaşmak büyük cesaret, büyük direniş istiyor. Buna herkesin cesaret ederek yönelmesi zordur. Herkes karşıdır; “dünya” karşıdır, “TC” karşıdır, “halk” karşıdır. Ayrıca buna ek olarak sahte işbirlikçi önderlikler de karşıdır. Türkiye ‘de Deniz, Mahir vb.lerinden sonra oluşan önderlikler var; bunlar da Parti Önderliğine karşıdırlar. Böyle bir karşıtlık ortamında çıkış yapmak ve grup oluşturmak her önderliğin kârı değildir.

 

Bir ideoloji oluşturmayı ve önder kişilikler yaratmayı herkes başaramaz. Parti Önderliğinin çıkışı bu bağlamda anlamlıdır. Diğer boyutu da var tabii. Birincisi, PKK önderliği dünya koşullarına boyun eğmiyor. Kürdistan’a biçilen rol ne olursa olsun böyle bir tutuma girmiyor. İkincisi, PKK önderliği, Kürdistan koşullarına boyun eğmiyor. Kürdistan koşullarına baktığımızda, özellikle tarih boyunca belli dönemleri dıştalarsak, sürekli işbirlikçi önderlikler vardır. Bu işbirlikçi önderlikler de genelde Kürdistan’ı kapsayan önderlikler değildir. Öylesine örgütler olsalardı, bunlar bazı dönemler Kürdistan için avantaj durumuna gelebilirlerdi. Ama Kürdistan’daki işbirlikçi önderlikler bölgesel ve parçasal, küçük alanlara sığdırılmış önderliklerdir. Kürt tarihinde öyle bir şey olmuş ki, ortaya çıkan önderlikler hep kaybetmiş, zaman zaman isyan ettikleri dönemlerde hep yitirilmiştir.

 

TC, Kürdistan halkının düşüncesinde şunu yaratmıştır: “Kürtler ayaklanır, ama kaybederler.” Yani “Kürtlerin bazı önderleri çıkabilir ama bu önderler Kürtleri kurtuluşa götüremez.” Nitekim Kuzey Kürdistan’a baktığımızda bu düşünce yaygındır ve bütün toplumu sarmıştır. Yani “başarılı olamazsınız, çıkış yapamazsınız. Belki silah alıp dönem dönem karşı çıkabilirsiniz, ama sizin sonunuz ezilmektir” düşüncesi egemendir. PKK önderliği ortaya çıktığında halkta yerleşik duygu budur.

 

Diğer önderliklerle kıyaslandığında, Parti Önderliğinin dayandığı tarihsel bir miras söz konusu değildir. Mesela Marx ve Engels çıkış yaptığında gerçekten güçlü temeller üzerinde önderliksel çıkış yapıyorlar. Belli sosyalist, ekonomik ve felsefi düşünceler var veya işçi sınıfının mücadelesi söz konusudur. Diğer yandan işçi hareketleri, yine özellikle bilim ve felsefe alanında gelişmeler var. Bütün bu gelişmeleri ayrıştırarak, ayakları üzerine oturtarak geliştiriyorlar. Fakat Parti Önderliği, önderliksel çıkış yaparken, Kürdistan tarihinden miras alınacak ne vardır? Mevcut olan bir çıkış veya önderlik, Kürt halkının kıpırdanışı söz konusu değildir.

 

Biz diğer önderliksel çıkışları özetlerken, halkın öfkesi, çeşitli karşı çıkışları ve tepkilerinin yoğunluğunu bilince, iradeye, planlı bir doğrultuya kavuşturmak için ortaya çıktıklarını belirttik. Yani başka halkların tarihine baktığımızda var olan bir dizi mücadele üzerine önderlikler çıkıp, bu mücadeleleri doğru bir yola kanalize ediyorlar. Ancak Kürdistan’da böyle bir mücadele yoktur. Dolayısıyla PKK önderliği ortaya çıkarken doğru yola kanalize edeceği bir mücadele de yoktur.

 

Bu açıdan soruna yaklaşırsak, durum pek olumlu değildir. Kürdistan’da Kürt halkı bastırılmış, çıkış yolu, umut yok, ışık göremiyor. Kürt halkının bastırılmış duyguları, öfkeleri vardır. Tüm ezilmişliğine ve düşürülmüşlüğüne rağmen o duygularını çeşitli biçimlerde taşıyabiliyor. Bir çıkış, bir umut yok, bir ayağa kalkış da söz konusu değildir. Fakat içten içe çeşitli biçimlerde öfkesi gelişiyor. Devlete karşı bu açığa çıkmadığı için kendi içine yöneltildi ve boşa çıktı. Potansiyel olarak böyle bir durum var, fakat bu diğer devrimlerle kıyaslandığında bir miras olarak görülemez.

 

Buna rağmen devrimin objektif koşulları söz konusudur. Çelişkiler bir devrimin ortaya çıkarılması için yeterlidir. Fakat buna karşın bir kıpırdanma yok, tarihsel olarak dayanılacak, güncel olarak yararlanılacak bir kendiliğinden hareket olmadığı gibi, basamak yapılabilecek bir ulusal hareket de söz konusu değildir.

 

Birçok ulusal kurtuluş hareketine baktığımızda, bunların eski tarihlerine dayanacak yurtseverlik özellikleri ve bazı bağımsızlıkçı yanları da var. Nikaragua örneğinde Sandinist mücadelesi var ve bir bağımsızlık mücadelesi buna dayanabilmektedir. Onu kendisine miras yapıp Sandinistler ismiyle ortaya çıkıyor. Nikaragua toplumunu emperyalizme karşı, yine Somoza’ya karşı harekete geçirmekte bu, bir mirastır. Mesela El Salvador’da Farabundo Marti var. Komünizmle de bağları olan bir ulusal bağımsızlık hareketi gibidir ve ezilenlere dayanıyor. İşte bu daha sonra ortaya çıkan Salvador devrimcileri açısından ciddi bir miras oluyor. Castro ortaya çıkarken, o ve arkadaşları da Jose Marti’ye dayanıyor ve kendilerine miras alıyorlar. Diğer yandan Latin Amerika’da gerillaya, dağa çıkmaya yatkınlık söz konusudur. Tüm bunlar birleştirilerek bir önderliksel çıkış yapmanın temelleri yaratılıyor. Bir Rusya’da Lenin’in veya Bolşeviklerin ortaya çıkmasından önce bir dizi sosyalist grup vardır. 1860-70’lerde burjuva-demokratik gruplar var. Diğer yandan sosyalist gruplar da örgütlüdür. Bolşevik Partisi kurulurken bu grupların bazılarının birleştirilmesinden oluşuyor.

 

Dikkat edilirse Parti Önderliği çıkış yaparken, ne eskiye dayanan bir sosyalizm, ne de çeşitli sosyalist gruplar vardır. Dolayısıyla dayanılacak temel yoktur. Yine Rusya’da Narodnikler vardı, onların mücadele yöntemleri söz konusuydu. Lenin’in bundan çıkardığı deneyler vardı. Bunların güçlü eleştirisini bu temelde yaparak sonuç çıkardı. Diğer yandan Rusya’da bazı sosyalist gruplar vardı. Rusya gerçekliğine özgün bir sosyalist yaklaşım belirlenirken, Lenin tüm bunların eleştirisini yaparak ortaya çıktı. Bunu eski grupların eleştirisi temelinde gerçekleştirdi.

 

Kürdistan’da ne ulusal kurtuluş, ne küçük-burjuvazinin ve ne de diğer grupların sosyalist çıkışları var. Dolayısıyla bunların eleştirisi yapılarak, gerçek sosyalizmin veya gerçek ulusal kurtuluşçuluğun oluşumuna bu temelde gidilmiyor. Rusya’da sanat ve edebiyat alanında ciddi düşünceler var; bu temelde eserler ortaya çıkmıştır. Bu akımlar toplumda çeşitli düzeylerde kişilik çözümlemelerini yapabiliyorlar. Bir “Nasıl Yapmalı”, yine Gorki’nin “Ana”sı vb. eserler ortaya çıkabiliyor. Bolşevik Partisi bu temeller üzerinde şekilleniyor.

 

Yine bir Ho Cih Minh, üç sosyalist grubun birleşmesi temelinde Vietnam İşçi Partisi’ni kuruyor. Vietnam’da eskiden beri bağımsızlık savaşları güçlü yurtseverlik tem ellerine dayanıyor. Çin’de Mao liderliğe yükselmeden önce gençlik hareketleri, ÇKP örgütlenmesi ve orada oluşan bazı önderlikler söz konusudur. Bunları aşarak Mao lider durumuna geliyor.

 

Dikkat edilirse PKK önderliği ortaya çıkarken, bütün bunlar ilginç ve ayrılık yönleridir. Yani Kürdistan toplumunun kendine özgün yanları vardır. Fakat PKK önderliğinin de bunları değerlendirmesi söz konusudur. Diğer bütün önderliklerin dayandığı tarihi miras, sosyalist veya kültür ve felsefi birikim varken, PKK önderliği ortaya çıkarken sosyalizm adına Kürdistan’da bir şey yoktur.

 

Yine Kürdistan tarihi açısından da durum böyledir. Diğer yandan Kürdistan halk gerçekliği de çarpıtılmıştır. Bütün bunların yeniden değerlendirilerek, eleştiriye tabi tutulması söz konusudur. Sosyalizme bakılırsa, PKK önderliği ortaya çıktığında diğer bütün önderliklerden farklıdır. Yoğunca tartışılan, işlenilen bir konu değildir. Reel sosyalizm gerçekliği de, yani o zaman çarpıtılmış bir sosyalizm de söz konusudur. PKK önderliği buna nasıl yaklaşacak? Bu, başlı başına bir sorundur. Kürdistan tarihi adına ortada ciddi eserler yok. Kürdistan tarihi nedir ne değildir; bu da bilinmiyor. Bu konuda da her şeyin başlangıçtan ortaya çıkarılması söz konusudur. Kürdistan halkının durumu nedir, nasıl çıkış yapabilir? Diğer yandan bütün bunların değerlendirilmesiyle birlikte Kürdistan’da şimdiye kadar ulusal kurtuluşçu, bağımsızlıkçı bir çıkış yapılmamış, PKK önderliği ortaya çıkarken bütün bunlar ciddi sorunlar olmuştur. Böylesi koşullarda bir devrim hareketini örgütlemek oldukça inanılmazdır. Bağımsızlık düşüncesine ulaşmak zordur. Bu tarihi sosyalizm ve halk gerçekliğimiz açısından zordur.

 

Bunun yanında bir de piyasadaki önderliklerin kendilerini çeşitli devletlere göre ayarlamaları var. Sahte önderliklere baktığımızda bir DDKO’nun ortaya çıkışı ve buna bağlı üreyen bir dizi grup vardır. Bu önderliklerin istekleri söz konusudur. Özgürlük ve bağımsızlık istemleriyle ortaya çıkan PKK önderliğinin bunlarla mücadele etme durumu vardır. Mesela Bolşeviklerin ortaya çıkışı da biraz Menşeviklere kaşı geliştirdiği mücadele sonucunda olmuştur. Bolşevikler, kendilerini zorlayan Menşeviklere karşı ciddi mücadele bağlamında güçlü temellere oturtmuşlardır. Menşevikler de her ne kadar liberal bir yaklaşım sergileseler de kendilerine göre önderlikleri var ve Bolşevikleri zorluyorlar.

 

Şimdi Kürdistan’daki mevcut önderliklere baktığımızda, sosyalizm ve ulusal kurtuluşçuluk adına ciddi tartışmalar veya PKK önderliğini zorlayan kesimler söz konusu değildir. PKK dışındaki önderlikler geri çekiliyorlar. Bırakalım ileriye gitmeyi, hepsinin de sınırlarına girdin mi geriye çekme hareketi olarak karşıya çıkıyorlar. Her şey o kadar mevcut koşullar içerisinde hapsedilmiş ki, böylesi koşullarda onlarla hareket etmeyen bir önderlik nasıl değerlendirilir? Anormal veya deli olarak değerlendirilir. Parti Önderliğini hem onlar kendilerine tehlikeli buluyor, hem TC ve hem de Türk solu. Yine PKK önderliğini boğmak için çeşitli oyunlar söz konusudur. Devletin bunları tamamlayacak düzeyde daha başka oyunları vardır. Reformist-milliyetçilik belli yerleri tutmuştur. Kürdistan’da dayandıkları işbirlikçi bir temel de vardır. Yine düzene dayandıkları temel söz konusudur. Bütün bunlar bu güçlerin avantajı oluyor ve onu PKK önderliğine karşı kullanıyorlar. Tabii ilk çıkışta PKK önderliğinin dayanacağı pek avantaj yok. Bu açıdan, dikkat edilirse hiçbir önderliğin çıkışıyla PKK önderliğinin çıkışı arasında bir benzerlik yoktur. Aynı zamanda Parti Önderliğini anlamak istiyorsak, en güçlü yanı olarak onun bu özelliğini görmek gerekiyor. Nitekim Parti Önderliğini güçlü kılan bu koşullarda çıkış yapmış olmasıdır. Her şey kendi aleyhindeyken, imkânsızlıklar içinde büyük olumsuzluğa karşı mücadele ederek önderliksel çıkış yapmak herkesin kârı değildir. Diğer önderlikler çıkış yaparlarken, arkalarına aldıkları güç vardır. Ama Kürdistan’da böyle bir güç de görülmüyor. O zaman bütün bu olumsuzluklar içinde PKK’yi çıkış yapmaya götüren nedir?

 

Devam Edecek…

Bunları da inceleyebilirsiniz